Orçun Ulusoy 

20 Mart 2024 

Bu kısa blog yazısında, son 30 yıldır AB sınırlarında yaşanan insani kriz ile bu krizin kaynağı ve çözümüne ilişkin süregiden tartışmaları kısaca aktardıktan sonra, 2016 Mutabakatının öncesi ve sonrasındaki devlet politikalarının düzensiz sınır geçişleri ve göçmen ölümlerine etkisini incelediğimiz araştırmanın çerçevesini ve bulgularını özetlemeye çalışacağım. Raporun İngilizce tam metnine şu adresten ulaşabilirsiniz. 

18 Mart 2016’da yayınlanan ve politikacılar ile bürokratlar tarafından “oyunun kurallarını değiştiren[1]  bir gelişme olarak tanımlanan ve düzensiz göçün önlenmesinde bir zafer olarak nitelenen[2] AB-Türkiye Mutabakatı, yayınlandığı günden bu yana kapsamı, hukuki statüsü[3] ve hatta kullanılan dil[4] nedeniyle akademi ve sivil toplumdan gelen yoğun eleştirilerin hedefi oldu[5]. Fakat söz konusu eleştiriler, Avrupa Birliği ve üye devletlerdeki karar alıcılar ile bürokratları pek de etkilemedi. Zira Mutabakatın çok başarılı olduğu Brüksel’de sıkça tekrarlanan bir görüş. Birlik üyeleri benzeri anlaşmaların ve işbirliklerinin Kuzey Afrika başta olmak üzere, düzensiz göç yolları üzerinde olan pek çok bölge ve ülke ile tekrarlamayı planlıyor.

Gerçekten de, sadece Mutabakatın yayınlandığı Mart 2016’yı ele alırsanız, Avrupa Komisyon’un da gururla altını çizdiği üzere[6], Mutabakatın hemen ardından Türkiye’den Yunan Adalarına düzensiz geçişlerde %94 düşüş yaşandığını görürsünüz ve Mutabakatı şüphesiz başarılı kabul edersiniz. Ama birkaç adım geri gidip, Ocak 2015-Aralık 2016 dönemine bakarsanız (Tablo 1), söz konusu düzensiz geçişlerin Ekim 2015’de zaten tepe noktasına ulaşarak, çoktan düşüş trendine girdiğini görebilirsiniz. Hatta Mutabakat olmasaydı dahi, söz konusu düşüş trendine bakarak, düzensiz geçişlerde Mart-Nisan 2016’da sonrası ciddi (belki de %94 civarında!) bir düşüş yaşanacağını tahmin etmek pek de zor değil.  

 *Tablo 1: Türkiye’den Yunan Adalarına düzensiz yollardan geçiş yapan göçmenler

Kaynak: Spijkerboer 2016 (BMMYK verileri)

Aslında buna benzer ani artış ve düşüşlere farklı düzensiz göç rotalarında, farklı dönemlerde şahit olmaktayız Akdeniz boyunca. Örneğin Kanarya Adalarında 2006 yılında yaşanan bu “sıçrama”, kabaca İtalya, Tunus ve Libya arasındaki bölgeyi kapsayan orta Akdeniz’de 2008 ve 2011 yıllarında yaşandı. Her bir artış da devletler bu bölgelerde sıkı sınır politikaları uygulanmaya başlamadan önce düşüşe geçti[7], dolayısıyla Mutabakat benzeri politikaların ve enstrümanların kayda değer bir etkisinden bahsetmek, AB-Türkiye Mutabakatında olduğu gibi, pek de anlamlı değil.

Peki o zaman, özellikle uzun süredir var olan ve iyi bilinen bu düzensiz göç noktalarında bu artışları ve düşüşleri neden görüyoruz ve bu benzer süreçlerin altında nasıl bir mekanizma mevcut?

It's the economy, stupid! [8]

2016 AB-Türkiye Mutabakatından yaklaşık bir yıl sonra, Mayıs 2017’de, çalıştığım Vrije Universiteit Amsterdam’da (VU Amsterdam) düzenlenen bir toplantının kahve molasında, o sıralar tekrar yoğunlaşan göç ve göçmen ölümlerine dair konuşuluyordu. Uzun süredir birlikte çalıştığım Prof. Thomas Spijkerboer, 2015-2016 yıllarında Ege Denizini düzensiz yollarla geçen göçmen[9] sayısındaki ani artış ve takip eden düşüşü anlatıp, yukarıdakine benzer grafikleri gösterirken, masada bulunan bir ekonomist “bu bahsettiğin çevresel ekonomistlerin “Yeşil Paradoks” dediği soruna çok benziyor” diyerek konuya farklı bir perspektiften bakmamızı önermişti.

Alman ekonomist Hans-Werner Sinn’in 2000li yılların başında yayınladığı aynı isimli kitap ile çerçevesini çizdiği Yeşil Paradoks (Green Paradox), 1990’larda gündeme gelen çevreci politikalara karşı, özellikle enerji şirketlerinin yoğunlaşan çalışmalarına odaklanıyor. Prof. Sinn’e göre, devletler sürdürülebilir, çevreci (yeşil) politikaları benimsedikçe, fosil yakıt kaynaklarına dayalı enerji üreten şirketler, geleceğin kendileri için karanlık olduğunu düşünerek, ellerindeki stokları ve imtiyaz sahibi oldukları kaynakları daha hızlı tüketmeye, kısa dönemde olabildiğince fazla gelir elde etmeye odaklandılar. Dolayısıyla fosil kaynaklarının kullanılmasını azaltarak, sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçmeyi planlayan, bu yolla küresel ısınmayı azaltmayı hedefleyen politikalar tam tersi etki ederek, kısa dönemde çok daha fazla fosil yakıtın tüketilmesine, küresel ısınmanın hızlanmasına neden oldular.

Buna benzer bir yaklaşım, 1990’lı yılların başlarından itibaren AB’ye yönelik düzensiz göçün artması ve sınırlarda yaşanan göçmen ölümlerini anlamaya çalışan akademi çevrelerinde de gittikçe artan bir şekilde dile getirilmekte. 1980’lerde başlayan giriş vizesi uygulamasının yaygınlaşması ve sıkılaşması, geri kabul, geri itme ve uzun dönemli gözaltı gibi çoğu zaman temel insan haklarını doğrudan ihlal eden enstrümanların kullanımı, ve nihayetinde sığınma hakkına erişimi neredeyse imkânsız hale getiren politikaların, sınırlarda yaşanan göçmen ölümlerinde doğrudan etkili olduğu akademide geniş bir şekilde kabul gören bir hipotez. Özellikle 2000 sonrası yayımlanan bilimsel makaleler, küresel kuzey devletlerinin sertleşen ve sıkılaşan bu sınır politikalarının göçmenleri daha zor ve tehlikeli rotaları kullanmaya ittiklerinin, ölümleri kaçınılmaz olarak arttırdıklarının altını çizmekte.

Buna karşın, yine aynı dönemlerde yayınlanan AB resmi açıklamaları, politika belgeleri ve hatta mevzuat, bu yaklaşımın tam tersi bir resim çizmekte. AB politika yapıcıları ve bürokratlar, göçmenler Avrupa’ya düzensiz yollardan ulaşmaya çalıştıkları için ve onların bu durumundan faydalanmaya çalışan insan kaçakçılarının pervasız, insan hayatını hiçe sayan eylemlerinden ve daha fazla para kazanma hırslarından dolayı ölümlerin yaşandığını söylemekte[10]. Bu nedenle yetkililer düzensiz göçü ve göçmen ölümlerini önlemek için daha sert politikaların hayata geçirilmesini ve sınırların daha sıkı denetlenmesi gerektiğini savunuyor. Açıkça görüleceği gibi “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan” benzeri bir döngüyü işaret ediyor her iki tarafın hipotezleri. Her ne kadar gerek akademi gerekse de politika yapıcılar söylemlerini destekleyen küçük ölçekli, kısa dönemli veriler, kanıtlar ortaya koysalar da, alanda, üzerinde uzlaşılan geniş ölçekli, uzun dönemli ve metodolojik olarak tutarlı veri eksikliği, tartışmaların bir sonuca varmasını engelliyor.  

Stilize bir mikroekonomik model

Devletlerin herhangi bir alandaki politika değişikliğinin toplumda nasıl bir tepki vereceğini, düzenlediği konuyu nasıl etkileyeceğini tahmin etmek kimi zaman çok zordur. Ne toplumlar bir makine, ne de politikalar, enstrümanlar ve onları uygulayacak kurumlar her zaman beklenildiği gibi çalışıyor. Dolayısıyla 2015-2016 yıllarında Ege Denizinde şahit olduğumuz düzensiz geçişlerdeki ani dalgalanmayı anlamaya çalışırken, devletlerin politikalarının etkisini nasıl ve ne kadar hesaba katmalıyız? Bu oldukça kritik bir soru zira yukarıda da değindiğim gibi, bu dalgalanmaları geçmişte farklı bölgelerde de gördük ve görmeye devam edeceğiz. Devletlerin politikalarının negatif ya da pozitif etkilerini anlamak, gelecekte doğrudan insan hayatını etkileyen kararların alınmasında etkili olacaktır.

Ege Denizinde 2015-2016 döneminde yaşananlar bize bu dalgalanmaların altında yatan mekanizmaları çözmeye çalışma, devletlerin politikalarının alanda nasıl bir etki yarattığını test etme olanağı sağladı. Zira kısıtlı bir zaman diliminde, kısıtlı bir bölgede çok kapsamlı verinin toplandığı, bir çeşit laboratuvara dönüştü Ege Denizi. VU Amsterdam’dan göç hukuku, siyaset bilimci ve kriminoloji uzmanlarının yansıra uzamsal ekonomi uzmanlarının da katılımıyla oluşan araştırma ekibimiz, bu analizi yapabilmek için, en başa dönerek, eldeki verileri kullanabileceğimiz göçmen kaçakçılığı piyasasını stilize eden mikroekonomik bir model oluşturdu[11].

Bu mikroekonomik modelin[12] amacı çok kabaca şöyle tanımlanabilir; Devletin regüle etmediği bir piyasayı (göçmen kaçakçılığı) merkeze alarak, arz (kaçakçı tarafı), talep (göçmen tarafı)  ve bu pazarı etkileyen belli başlı unsurları (fiyat, pazarın büyüklüğü, rekabet, alternatif göç rotalarının çekiciliği vs.) dikkate alarak, 2015 Mart’ında başlayıp, tam bir yıl sonra, Mart 2016’da sona eren bu insan hareketliliğinin dinamiklerini ve olası devlet müdahalelerinin etkilerini anlamak.

Bu modelde kullanılmak üzere, bir veri tabanı seti hazırlandı. Göç ve iltica ile ilgilenen hemen hemen tüm uluslararası örgütlerin veri topladığı bu dönemde, temel verilere erişmek kolay olsa da her kurum verileri kendine özgü metodoloji ile (ya da kendi içinde dahi çelişen bir metodoloji ile!) topladığı için, tüm temel verilerin temizlenmesi ve düzenlenmesi gerekti. Bu temel veriler genel olarak, hareket halindeki nüfusun büyüklüğü, demografik yapısı ve geçiş tarihlerine ilişkindi.

İkinci önemli veri tabanı seti ise devletlerin bu dönemdeki sınır politikaları idi. Yunanistan ve Balkan ülkelerinin sınırları kapatma, açma, vize kolaylığı gibi politikaları derlenerek, niceliksel bir veri tabanına dönüştürüldü. Benzer bir şekilde, Yunanistan ve Türkiye sahil güvenlik birimlerinin yaptıkları operasyonlar ve yakalanan düzensiz göçmenler de bir etken olarak formüle dahil edildi.

Bir diğer önemli etken ise bu dönemde Türkiye’ye yapılan uluslararası yardım miktarı, ve daha önemlisi bu uluslararası yardımın alana yansıması, yani göçmen başına düşen yardım miktarıydı. Bu veri tabanı da Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan uluslararası insani yardım takip platformu ile Türkiye ve AB tarafından sağlanan açık veriler ile derlendi. 

“Piyasayı” etkileyen unsurlardan birisi olan dedikodu ve söylentiler de formüle eklenen bir diğer veri tabanını oluşturdu. 2015 ve 2016 yılı boyunca Yunan Adalarına erişebilen göçmenlerle görüşen ve bu göçmenlerin duyduğu söylentileri derleyen bir STK’nin oluşturduğu 3.000’den fazla girdiyi kapsayan veri tabanı, yine önce niceliksel bir veri tabanına dönüştürüldü ve sonra modele eklendi. 

Muhtemelen ulaşılması ve derlenmesi en zor veri tabanı ise göçmen kaçakçılarına ödenen ücretler idi. Esas olarak yasadışı bir etkinlik olan kaçakçılığın fiyatlarını ve fiyatların zaman içinde değişimini kesin bir şekilde bilmek elbette mümkün değil. Bununla birlikte, çeşitli STK ve kurumların derlediği raporlar, bize çalıştığımız dönemi kapsayan yaklaşık 200 farklı fiyat noktası sağladı.

 Bulgular

Temelde, bir kahve arasındaki ayaküstü konuşmadan ortaya çıkan, farklı disiplinlerden uzmanların katıldığı ve yaklaşık altı yıl süren bu entelektüel beyin fırtınasının ilk döneminde, bu fikirlerin nereye varacağı, modelin bize ne söyleyebileceği pek de açık değildi. Ancak sonlara doğru, aşağıdaki grafikte açık bir şekilde görebileceğiniz bulgular, o zamana kadar teorik olarak tartıştığımız devletlerin sınır politikalarının düzensiz göçü nasıl etkilediği sorusuna bir cevap veriri nitelikte oldu.

Aşağıdaki grafikte (Tablo 2) üç farklı veri çıktısı görmektesiniz. Birinci, “Data” başlıklı veri 2015-2016 arasında Türkiye’den Yunan Adalarına düzensiz geçiş yapan göçmenlerin sayısını göstermekte. “Existing Policy” başlıklı ikinci veri ise, bir nevi modelimizin sağlaması. Geçiş sayıları dışarıda tutarak, var olan diğer veri tabanlarını eklediğimiz model, düzensiz geçiş sayılarını gerçeğe (Data serisine) çok yakın bir şekilde hesapladı.   

 

Tablo 2: Stilize mikroekonomik modele göre Türkiye’den Yunan Adalarına düzensiz yollardan geçiş yapan göçmen sayısına ilişkin farklı senaryolar

 Son olarak “No Policy” başlıklı grafikte ise, kesik çizgi ile görebileceğiniz veri; eğer Ege Denizinde devletlerin kısıtlayıcı sınır politikaları olmasaydı ve Türkiye’deki göçmen ve mültecilere mali yardım düzenli bir şekilde devam etse idi, 2015 yılı ortasında başlayan ve Mart 2016’ya dek devam eden krizi yaşamayacağımızı gösteriyor.  Zira düzensiz geçişler halen devam etse de, söz konusu geçişler kademeli olarak artmakta ve beklenmedik bir şok dalgası yaratmamakta. Dolayısıyla politika yapıcılar kısıtlayıcı politikaların göçmen akışını azalttığını varsaysa da, analizimiz, göçmenlerin ve kaçakçıların beklediği kısıtlayıcı önlemlerin, yani negatif beklentilerin, kısıtlayıcı politika önlemleri uygulanmadan önce akışı önemli ölçüde artırdığını, bu politikaların ancak büyük bir göçmen akışının ardından azalmaya yol açtığını gösteriyor. Başka bir deyişle, kısıtlayıcı göç politikaları, politika yapıcıların ve karar vericilerin hedeflerinin tam tersi bir etkiye, açık bir şekilde ani artışlara ve AB ve Türkiye dış sınırlarında daha fazla göçmen ölümüne neden olmakta.    

*Stereogram (şaşı bak şaşır), zihinde üç boyutlu (3D) algı oluşturan iki boyutlu (2D) görsellerin genel adıdır. Kaynak: https://serdara.com/stereogram-sasi-bak-sasir-cesitleri/

[1] Hortense Goulard, “Angela Merkel: EU’s Turkey deal a model for North African countries,” Politico, 23 August 2016, https://www.politico.eu/article/angela-merkel-wants-refugee-migration-deals-with-northern-african-countries-migrants-migration-turkey/

[2] European Commission, EU-Turkey Statement; One Year On. https://ec.europa.eu/home-affairs/sites/homeaffairs/files/what-we-do/policies/european-agenda-migration/background-information/eu_turkey_statement_17032017_en.pdf

[3] Mutabakatın AB Adalet Divanına dek uzanan ‘hukuki statüsü sorununa’ dair kapsamlı bir makale için; Thomas Spijkerboer, “The EU Court of Justice Refuses to Address Refugee Exclusion”, Forced Migration Forum (2018) https://forcedmigrationforum.com/2018/01/19/the-eu-court-of-justice-refuses-to-address-refugee-exclusion

[4] Örneğin İngiltere Essex Üniversitesinden Prof. Steve Peers, Mutabakata ilişkin bir yazısında “Hukuk eğitimi alan ve Mutabakat metninde yer alan bu cümleyi yazan herkimse, kendisinden utanmalı…” ifadelerini kullanmıştı. Steve Peers, “The final EU/Turkey refugee deal: a legal assessment”, EU Law Analysis (2016) https://eulawanalysis.blogspot.com/2016/03/the-final-euturkey-refugee-deal-legal.html

[5] AB-Türkiye Mutabakatına ilişkin yorum ve incelemelerin bazıları;  Emanuela Roman and Steve Peers, “The EU, Turkey and the Refugee Crisis: What Could Possibly Go Wrong?”, EU Law Analysis (2016) http://eulawanalysis.blogspot.nl/2016/02/the-eu-turkey-and-refugee-crisis-what.html; Maarten den Heijer and Thomas Spijkerboer, “Is the EU-Turkey Migration and Refugee Deal a Treaty?,” Eulawanalysis.blogspot.nl (2016) http://eulawanalysis.blogspot.nl/2016/04/is-eu-turkey-refugee-and-migration-deal.html; Orçun Ulusoy, “Turkey as a Safe Third Country?” (2016) https://www.law.ox.ac.uk/research-subject-groups/centre-criminology/centreborder-criminologies/blog/2016/03/turkey-safe-third; Orçun Ulusoy and Hemme Battjes, “Situation of Readmitted Migrants and Refugees from Greece to Turkey under the EU-Turkey Statement,” VU Amsterdam Migration Law Series (2017) https://rechten.vu.nl/en/Images/UlusoyBattjes_Migration_Law_Series_No_15_tcm248-861076.pdf; Sergio Carrera, Leonhard Den Hertog, and Marco Stefan, It Wasn’t Me! The Luxembourg Court Orders on the EU-Turkey Refugee Deal, CEPS Policy Insights (2017) http://aei.pitt.edu/86613/1/EU-Turkey_Deal.pdf; Mauro Gatti, “The EU-Turkey Statement: A Treaty That Violates Democracy”, European Journal of International Law (2016) http://orbilu.uni.lu/handle/10993/29754.

[6] European Commission. (2020). EU-Turkey Statement: Four Years On. https://home-affairs.ec.europa.eu/system/files/2020-03/20200318_managing-migration-eu-turkey-statement-4-years-on_en.pdf

[7] Bu konuda detaylı bilgi için; Meijden, G. Van Der, Ulusoy, O., Verhoef, E., & Spijkerboer, T. (2023). Towards A Stylized Model of Dynamics on the Market for Smuggling Services. https://www.asileproject.eu/towards-a-stylized-model-of-dynamicson-the-market-for-smuggling-services/ 

[8] İlk kez politik danışman James Carville tarafından kullanılan ve Bill Clinton’ın 1992 yılındaki ABD başkanlık seçimleri kampanyasında benimsenen slogan.  

[9] Bu yazıda göçmen terimi, mülteci, sığınmacı, geçici koruma statüsü sahibi kişi ve diğer tüm hareket halindeki kişileri kapsamak üzere kullanılmıştır.

[10] Bu konuda ayrıntılı bir incelemeyi şu makalede bulabilirsiniz; Last, T. K. (2018); What is the relationship between EU border deaths and policy? Conflicting hypotheses in academia and policy-making. https://research.vu.nl/ws/portalfiles/portal/69433332/chapter+5+Conflicting+hypotheses+in+academia+and+policy-making.pdf

[11] Elbette oluşturduğumuz model ne göçü açıklayan temel bir formül olma iddiasında ne de göçmenlerin ve karar vericilerin karar verme süreçlerini tam olarak yansıtma iddiasında.

 [12] Bu noktada iki önemli uyarıyı eklemek gerekli; bu satırların yazarı bir hukukçu ve her ne kadar öğrenmeye çalışsa da, pek çok ekonomik terimi, formülü, yapıyı anladığını iddia edemez. Ekonomistler ve bu alanda bilgili olan okurlar, raporun ek bölümünde ayrıntılı olarak açıklanan formül ve modülü inceleyebilir. Diğer nokta ise, raporda (ve bir ölçüde bu yazıda) kullanılan; kaçakçılık piyasası, göç rotası, göç maliyeti, arz, talep gibi terimlere dair. Raporda da ayrıntılı olarak değinildiği üzere, bu tür indirgemeci terminolojinin, göçmenlerin yüzleştiği insanlık dışı koşulları gözden kaçırma riski taşıdığının farkındayız ve bu indirgeyici varsayımların göçmenlere ilişkin tüm insani gerçekleri yansıttığını iddia etmiyoruz. Bununla birlikte, bunların Avrupa politikalarının olası insanlık dışı etkileri üzerine düşünmemize olanak sağladığını düşünüyoruz. 

 

**Göç Araştırmaları Derneği üyesi olan Orçun Ulusoy, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Sığınma ve göç odaklı insan hakları davalarında avukatlık yaptı. İzmir merkezli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin (Mülteci-Der) yanı sıra, Türkiye ve Yunanistan’daki insan hakları aktivistlerinden, araştırmacılarından ve avukatlarından oluşan bir ağ olan Kayiki’nin kurucu üyesidir. 2012’den bu yana Hollanda Vrije Universiteit Amsterdam’da göç hukuku alanında araştırmacı olarak çalışıyor. Sınırlarda göçmen ölümleri, Avrupa Birliği ve Türkiye göç politikaları, AB göç politikalarının dışsallaştırılması konularına odaklanan çeşitli araştırma projelerinde görev alıyor.

***GAR Blog'ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği'nin görüşlerini yansıtmaz. 

Kaynak gösterme önerisi: Ulusoy, O.  Bir “Şaşı Bak Şaşır”* Mucizesi: Mart 2016 AB-Türkiye Mutabakatı. GAR Blog. Mart 2024