Göç Araştırmaları Derneği
Söyleşi: Buket Özdemir Dal
9 Şubat 2024
Maya Eğitim Kültür Araştırma Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Volkan Gültekin ile 6 Şubat Depremi ardından geçen bir yılda, Hatay’da deprem sonrası yaşanan hangi sorunların devam ettiğini, bu sorunların çözümüne yönelik neler yapıldığını ve yapılması gerektiğini konuştuk.
Göç Araştırmaları Derneği
Söyleşi: Buket Özdemir Dal
9 Şubat 2024
Maya Eğitim Kültür Araştırma Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Volkan Gültekin* ile 6 Şubat Depremi ardından geçen bir yılda, Hatay’da deprem sonrası yaşanan hangi sorunların devam ettiğini, bu sorunların çözümüne yönelik neler yapıldığını ve yapılması gerektiğini konuştuk. Hatay’da yaşanan nüfus hareketlilikleri ile yardım ve dayanışma ağının dışında kalan göçmen ve mülteci nüfusun depremin ardından artan nefret söylemlerinden ve ayrımcı pratiklerden nasıl etkilendiklerini ve güncel durumda ikinci kez yerinden edilme ile başa çıkmada nasıl mekanizmalar geliştirdiklerini de ele aldık. Gültekin özellikle yerel aktörler ve dinamikler ile sivil toplum kuruluşlarının işbirliğine vurgu yaparak, Hatay’da ihtiyaçların tespitinin yapılabilmesinin ve yardımların yerine ulaşarak sürdürülebilir hale gelmesinin yolunun bölgenin tanınmasından geçtiğini belirtti. Yardım ve dayanışma halkasının en zayıf ucunda olan göçmenlerin ve mültecilerin durumunu da bu söyleşide aktarmaya çalıştık. Gültekin’in ifade ettiği gibi “Antakya’da depremden sonra büyük bir boşluk oluştu ve bu boşluk içinde mülteciler ya da göçmenler boşluğun en boş yerinde bile bir yer bulamadılar kendilerine”.
Maya Eğitim Kültür Araştırma Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olarak 6 Şubat 2023 depreminin ardından Hatay’da faaliyetlerinize nasıl başladınız? Bu süreçte dernek nasıl işbirlikleri geliştirdi?
Biz depremle birlikte bölgede yapacağımız faaliyetlerde, en başından bu yana yereldeki inisiyatiflere ve gönüllülere alan açılması ve onlar üzerinden bu çalışmaların yürütülmesi konularına öncelik verdik. Bu bizim için kıymetliydi, çünkü alanı sahayı onlar tanıyor ve biz dışarıdan geliyorduk. Oradaki dinamikleri ya da sorun odaklarına çok hakim olmadığımız için ilk elden bilemezdik. Deprem sonrasında zaten Mersin’den ve Antakya’dan tanıdığımız arkadaşların depremin ikinci gününden itibaren Hatay Deprem Dayanışmasını kurmasıyla birlikte, biz tüm çalışmalarımızı Antakya’da Hatay Deprem Dayanışmasıyla koordineli şekilde ve onların insiyatifiyle, onlara angaje olarak yapmaya çalıştık. Oradaki ihtiyaçlar onlar tarafından belirleniyor. Biz buradan destek olmaya ve onlara dair projeler geliştirmeye çalıştık. Hâlâ da bu şekilde devam ediyoruz. Orada da çocuk yaşam alanı var. Bu alan Göç Araştırmaları Derneği desteğiyle kuruldu ve halen çalışmaları devam ediyor.
Deprem sonrası bölgede genel olarak nasıl sorunlar yaşandı ve halen devam eden başlıca sorunlar, eksiklikler neler?
Birinci yıla giriyoruz ve halen en büyük sorunlardan bir tanesi hem yerel halk için hem mülteciler için barınma sıkıntısı. Özellikle mültecilerin barınma sorunları daha büyük, kış koşullarına rağmen çadırlarda yaşamlarına devam etmeye çalışıyorlar. Bizim ve orada yaşayan insanların ortak gözlemlediği temel sorunlardan biri de sağlık. Hastaneler hala bir yıl geçmesine rağmen çok randımanlı bir şekilde çalışmıyor. Doktor, hemşire, personel eksikliği ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. Okulların birleştirilmesinden dolayı sınıflar çok kalabalık ve okula erişim de halen büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Bir diğer sorun alanı, kentin yeniden inşası konusunda. Bu süreçte konut yapımıyla ilgili hala yer belirleme ve tam anlamıyla kapsayıcı bir konut planı yapılmadı. Çeşitli platformlar, bununla ilgili çalışmalar yürütmeye çalışsa da bir noktada özellikle sivil toplumun ya da oradaki inisiyatiflerin yapabilecekleri sınırlı kalıyor. Çünkü bir yerde kamuya çarpma durumu oluyor ve kamunun da oradaki organize olma hali ve sorunları çözme hızı maalesef çok yavaş şekilde ilerliyor. Bir yıl geçmiş olmasına rağmen enkazlar bütünüyle kaldırılmış değil. Bu durum orada yaşayanların travmalarını tetikliyor. Çocuklar her gün okula giderken hala inşaat sahaları içinden, enkaz sahaları içinden gidiyorlar. Keza işe gidenler de her gün enkaz ve inşaat alanları içinden geçerek gitmek zorundalar. Ekonomik anlamda da ciddi iş koşullarının olmayışı büyük bir sorun olmaya devam ediyor.
Dernek olarak bu konuştuğumuz barınma, eğitim, kentin yeniden inşası, ekonomi alanlarındaki sorunlara yönelik neler yapıyorsunuz?
Hatay Deprem Dayanışması üzerinden oradaki varlığımız, çalışmalarımız devam ediyor. Deprem Dayanışmadan bizim arkadaşlar ile eğitim, çocuk, kadın, kalıcı ve sürdürülebilir alanların yaratılması ile ilgili komisyonlar ve ağlar var. Genelde bu ağlarda çalışmalar yürütüyoruz. Kentteki diğer aktivistlerle, dinamiklerle de ortak geliştirdiğimiz ve takip ettiğimiz süreçler var. Aslında kendi çalışmalarımız üzerinden, kendi yarattığımız küçük alanlar üzerinden bir değişim yaratma çabasındayız. Birinci yıla girerken ve sonraki süreçler için bizim de hedeflediğimiz birtakım şeyler var. Hatay’daki çalışmaların çoğu gönüllülük temelinde sürüyor ve oradaki gönüllü arkadaşların çoğu depremi yaşamış arkadaşlar. Onlar ciddi ağır psikolojik süreçlerden geçtiler ve yorgunlukları var. Onları iyileştirmeye dönük bir çabamız var. En azından gönüllü çalışan arkadaşlarımıza sosyal ve psikolojik destek alabilecekleri alanlar yaratmak, onları gönüllü psikologlarla eşleştirmek gibi çalışmaları biraz daha arttırmak niyetindeyiz. Arkadaşlar ciddi anlamda tükenmiş durumdalar. Bununla birlikte ekonomik olarak sürdürülebilirlikleri sağlanamadığı için bu alana yönelik de geliştirmeler yapmayı planlıyoruz.
Mevcut durumda Hatay’da psikolojik destek mekanizmaları var mı?
Depremin üçüncü ayından sonra bu tarz destek çalışmaları başladı. Fakat yerelden kopuk olduğu için sürdürülebilir olmadı. Dışarıdan gelen her türlü yardım, bu insani yardım da olabilir, başka yardım da olabilir; bir süre sonra süresi dolduğunda buradaki insanların gerçek ihtiyaçlarını yansıtmadığı için sürdürülebilirliği olmuyor. Bu açıdan biz yaratmaya çalıştığımız tüm bu destek mekanizmalarının yerelden olması ve oraya dair planlanması gerektiğini çokça vurguluyoruz. Çünkü dışarıdan gelen her türlü yardım bir süre sonra ne yazık ki sona eriyor ama oradaki ihtiyaç bitmemiş oluyor. Hatay enkazların bile kaldırılmadığı bir bölge ve bu nedenle de psikolojik desteğe ihtiyaç hiç bitmeyecek. Buna yönelik dernek olarak yeni bir çalışmaya başlıyoruz. Anadolu Kültür Vakfı ile birlikte Antakya’daki gönüllülere dönük atölye çalışmalarımız olacak. Atölye çalışmalarına katılan gönüllülerimize psikolojik destek alabilecekleri alanlar yaratmaya çalışacağız. Bizimle hem gönüllülük temelinde hem de profesyonel olarak çalışan arkadaşlarımız, çalışmalarına devam ederken, onlara psikolog görüşmeleri ayarlayacağız. Tabi biz bunu kısıtlı alanda yapacağız ve sadece belki 15-20 kişiye ulaştırılabileceğiz. Ama bu tarz psikolojik destek çalışmaları Antakya genelinde yaygınlaşmalı ve yine yerel ile birlikte güçlendirilmeli.
Yereldeki ihtiyaçların tespiti ve yardımların dağıtımı konularında Hatay’da kimler daha aktif rol alıyor ve bu iki hususta da eksiklikler neler sizce?
Yardım dağıtımı bayağı bir azaldı. Çünkü tırnak içinde söylüyorum, “normalleşme” gibi bir durumla birlikte birkaç market, bakkal ile gıdaya erişim var. Ama şimdi şöyle de bir handikap var, bu insanlar işini, evini, çok yakınını kaybeden insanlar ve ekonomik problemleri de var. Son 3-5 aydır gıda, erzak benzeri yardımlara çok denk gelmiyorum. Kurulan aşevleri bile kapandı. Sadece bir ikisi aktif durumda. Bununla birlikte normalleşme adı altında hayat pahalandı ama ortada kocaman bir boşluk var. İşte bu boşluğun nasıl doldurulacağı konusu sivil toplumun ya da kuruluşların tek başına üstesinden gelebileceği bir durum değil. Kamu kurumları da yardımlar konusunda şu an durmuş. Bildiğim kadarıyla 1-2 bölgede sadece konut yapımına başlandı. Ama buradaki Antakya nüfusunu karşılayacak kadar değil. Yardımların dağıtımı konusunda son dönemde çok bir şeye denk gelmediğim için daha fazla yorum yapamayacağım.
Afet sonrası müdahalelerde ve yardımlarda dayanışma ağları dışında kalan göçmen ve mülteciler oldu. Bunlara dair gözlemleriniz neler? Göçmenler bu süreçte nasıl baş etme mekanizmaları geliştirdiler?
Depremin en büyük mağduru oradaki göçmenler. Çünkü zaten kendileri başka bir savaş durumundan kaçıp Türkiye’ye sığındılar. Depremin ilk zamanlarında yağma meselelerinde artan ırkçılıkla birlikte ciddi anlamda bir ayrımcılığa maruz kalarak, birçok alandan dışlandılar. Bir yıl içinde geldiğimiz noktada bu süreçle aslında çok baş ettiklerini düşünmüyorum. Çünkü bir yıl boyunca bu göçmenlerin yaşadığı ayrımcı ve ırkçı muamele hiç bitmedi. Dönem dönem değişim yaşansa da barınmadan eğitime, sağlığa, temel insani ihtiyaçların karşılanmasına tümüyle göçmenler göz ardı edildi ve ikincil, üçüncül duruma itildiler. İlk zamanlar karma kamplardan atıldılar. Konteynır kentlere hepsi yerleşemedi ve hâlâ çadırlarda kalıyorlar. Barınmayla ilgili sorunları hala devam ediyor. Ekonomik anlamda birçoğu işlerini kaybetti. Belki göç etmek zorunda kaldılar ilk zamanlarda ama göç ettikleri yerlerde de başka ayrımcılıklara maruz kaldıkları için tekrar aslında enkazlarının başına dönüp, en azından o alanı biraz daha güvenli hale getirip, oralarda yaşamaya çalıştılar. Depremin ilk zamanlarında da Mersin’e yoğun göç olmuştu. Orada azımsanmayacak bir göçmen nüfusu da vardı ama oradaki yurttan atılmaları ve ırkçılık, ayrımcılık durumundan kaynaklı çoğu göçmen enkazın başına dönmek zorunda kaldı. Biraz önce Antakya ile ilgili saydığım sorunların 3 katı onların önünde duruyor. Göç İdaresi’nin işlevsizleşmesi, kayıt ve benzeri sağlık, bürokratik işlemlerin durması başka bir etkilenme boyutu. Yaşantısal olarak kendilerini normalleştiremediler. Hala temiz suya, gıdaya ve hijyene erişemiyor olmaları, bir yıl geçmesine rağmen ciddi anlamda sorun. Statü anlamında da bir yere sığdırılamadılar. Mersin’e geldiler burada bir yere sığdırılamadılar ve geriye enkazların başına gittiler. Bu sefer de yağmacı diye kovalandılar, şiddet gibi daha başka şeylere maruz kaldılar. Antakya’da depremden sonra büyük bir boşluk oluştu. Bu boşluk içinde mülteciler ya da göçmenler boşluğun en boş yerinde bile bir yer bulamadılar kendilerine.
Mülteciler Antakya’da enkazlarının başında nasıl yaşamaya çalışıyorlar?
Şu an enkazların yüzde sekseni kaldırıldığı için bulundukları yerlerde ya da çadır kentlerde, konteyner kent civarında, daha önceden kurulmuş yol kenarlarında bir arsa varsa buralarda yaşıyorlar. Özellikle Narlıca tarafında dağınık çadırlar halinde ya da konteynırlarda kalıyorlar. Konteynır kentlerde sivil toplum örgütlerinin çalışmaları var. Alanda çalışan ulusal ve uluslararası sivil toplum örgütleri var. Bunlarla birlikte bu süreç kurtarılmaya çalışılıyor. Bilgimizin olduğu alanlardan örnek vermek gerekirse, her okulda sınıfta 3 tane Suriye’li öğrencinin kaydı var ama kendileri yok. Ne bir adresleri var, ne bir telefonları var, ulaşılacak hiçbir şey yok. Bu insanlar belki öldü ama onların öldüğüne dair bile bir kayıt yok. Böyle bir kaybolma hali var. Bu insanlar başka bir yere de gitmiş olabilir. Öncesinde derli toplu belki bir kayıt işi vardı Göç İdaresi üzerinden ama şu an, depremden sonra bu insanların, çocukların kaydı yok; ulaşılabilecekleri bir adres telefon yok. Aslında kayıp bir durumdalar.
GAR’ın raporlarında da bahsedildiği üzere deprem zaten çok sayıda kişinin dediğiniz gibi yer değiştirmesine neden oldu. Mülteciler de ikinci defa yer değiştirmek ve yerleşmek zorunda kaldı. Bu nüfus hareketlerine ve bölgeden ayrılan kişilerin durumuna dair gözlemleriniz neler?
Bu benim yorumum, bilgi olarak değil ama depremle birlikte özellikle kayıpları olanların bir kısmı Suriye’ye döndü. Avrupa’ya göç de depremle birlikte arttı. Hem depremden hem de artan ekonomik sıkıntılardan dolayı bir kısım insanın Avrupa’ya yöneldiğini gözlemledim. Bu hareketlilik hala devam ediyor. Biraz önce söylediğim gibi halen bir yer bulma arayışındalar.
Bu hareketlilik devam ediyor ne yazık ki. Çünkü kendilerini güvende hissedecekleri bir alan hala yaratılamadı. Konya’ya, İstanbul’a, Mersin’e ve benzeri yerlere gelen tutunabilenlerin çoğu da gittikleri yerlerde kaldı. Çünkü geri dönecekleri bir evleri kalmadı. Gittikleri yerde kalanlar da var, orada ırkçılığa maruz kalıp mecbur enkazının başına ya da çadıra ya da konteyner bir yere dönmek zorunda kalanlar da var. Çünkü kayıt olamadıklarında yardımlardan faydalanamıyorlar. Bu sebeple de çoğu bağlı oldukları yere geri döndü.
Yerli nüfusta hareketlilik nasıl?
Mersin’e hala gidiş gelişler var ama Mersin’e gelenlerin de birçoğu burada kaldı. Geri dönenler de çok fazla. Depremin ilk bir haftası bir milyona yakın insan geldi Mersin’e. Ama şu an ben çoğunun geri döndüğünü düşünüyorum.
Deprem sonrasında özellikle sosyal medyada çok yoğun bir mülteci karşıtı nefret söylemi oluştu. Bunun sahadaki etkileri neler oldu sizce? Bahsettiğiniz üzere yardımlara ulaşmada en sona atıldılar ve yardımlara ulaşamadılar ama başka gözlemlediğiniz birebir tanık olduğunuz durumlar da var mı?
Suriye toplumu içerisinde zaten müthiş bir şekilde içe kapanma vardı. Depremle birlikte daha fazla içe kapanma oldu ve çok ciddi anlamda hem psikolojik hem duygusal kırılmalar yaşandı. Mersin içinde entegre olmaya başlamış, biraz daha yerel halkla temasları olan insanlar duygusal açıdan ciddi kırılmalar yaşadı. Sosyal medyadaki nefret söylemi, buradaki insanları yerinden yurdundan etti. Yurtlara bizim yerleştirdiğimiz birçok aile buralardan atıldı. Kamplara yerleştirdiklerimiz de atıldı. Bütün bunların etkisiyle tutunamama halini çok daha yoğun yaşamaya başladılar. Mesela Mersin’de bile ekonomik olarak tutunmuş, dükkân açmış, biraz entegre olmuş, 10 yıldır burada yaşayan insanlar da bile o dönemlerde çok ciddi bir içe kapanma oldu. Burada Mersin’de insanlar, parklarda, sokaklarda yattı. Çünkü her yerden atıldılar. Göç İdaresi aldı bu insanları otobüslerle Anamur’a götürdü. Anamur’da bırakıp geri geldi, hiçbir yere yerleştirmedi. Anamur da Mersin’den 5-6 saat uzakta en uzak ilçedir ve insanlara bir yer göstermeden orada bırakıp geri geldiler. Onlar açısından çaresizlikti. Savaşla birlikte güçlükle burada var olma hallerini bir miktar sağlayabilmişken, depremle birlikte tamamen kaybettiler.
İlk bir yıl geride kaldı. Önümüzde uzun bir dönem var tabii. Geleceğe doğru baktığınızda sizce destek mekanizmalarındaki eksiklikler neler ve bu eksikliklerin giderilmesine dair ne gibi çözüm önerileriniz olur?
Depremin başından beri ve yaptığımız diğer çalışmalarda da yerel dinamiklerin öncülüğünde yürütülecek çalışmaların desteklenmesini çok önemsedik. Bu kararımızı deneyimlerimiz doğrultusunda verdik. Örneğin, Mersin’de mülteci alanı ile ilgili çalışmaya gelen İstanbul merkezli dernekler orayla ilgili hiçbir şey bilmiyorlardı. Suriyelilerin sosyolojik olarak dağılımından tutalım da ekonomik olarak dağılımları ya da hangi mahallede yaşadıklarına kadar hiç bir şey bilmeden gelmişlerdi. Böyle olunca ellerindeki bir yıllık fonun 6 ayını bunu öğrenerek geçirdiler. Diğer kalan 6 ayda yapılan çalışmanın kendisi ne yazık ki mültecilere dokunmuyor. Benzer şey, Antakya’da oldu. Zaten internet kopuktu, iletişim kanalları kapalıydı. Bilmediği bir yere yardım götürmekle ilgili dışarıdan gelen gönüllüler çok büyük sorunlar yaşadı. Yerel dinamikleri aktifleştiremezseniz, onların önünü açmazsanız ne yazık ki getireceğiniz yardımlar ve kurduğunuz destek mekanizmaları amacını gerçekleştiremiyor. Ayakları hiç yere basmıyor. Bu açıdan bence yapılacak bütün çalışmalar bundan sonrası için özellikle Antakya’da yerelde en azından ortak çalışma biçimlerinin geliştirilmesi üzerine yoğunlaşmalı. Çok iyi niyetli olarak bir proje ya da bir çalışma yürütmek isteyen herhangi bir kurumun, oradaki dinamiklerle ortak hareket etmesi, oranın ihtiyacına göre ihtiyaçları belirlemesi, yani sonuç üzerinden ihtiyaca değil, ihtiyaç üzerinden sonuca gitmesi gerekiyor. Yerelin dinamiğini bilmezsen yaptığın çalışmalar ne yazık ki hedef kitlene dokunmuyor ve hedef kitlene dokunmadığı zaman da üzülerek söylüyorum ki havada kalıyor.
*Volkan Gültekin kimdir?
Volkan Gültekin, Mersin Üniversitesi Arkeoloji bölümü mezunudur. Uzun yıllardır sivil toplum alanında toplumsal cinsiyet, göç, çocuk ve hak temelli savunuculuk gibi konularda çalışmalarını sürdürmektedir. Kültürel çeşitlilik ve birlikte yaşam konuları üzerine çalışmalar yürüten Gültekin, Mersin’de kurucusu olduğu Maya Derneğinde Projeler yöneticisi olarak görevine devam etmektedir. Maya Derneği mevsimlik tarım işçisi mülteci çocuklara yönelik iyileştirme ve psikosoyal destek sağlama faaliyetleri yürüten bir dernek olarak kuruldu. Bununla birlikte 6 Şubat 2023 depreminin ardından Antakya’da depremden etkilenen Türkiyeli ve mülteci çocukları kapsayan psikososyal destek çalışmaları da yürütmeye başlamıştır.