Ezgi Öziş
2 Mayıs 2024
Ezgi Öziş, Syla Benhabib’in Ötekilerin Hakları: Yabancılar, Yerliler, Vatandaşlar kitabını değerlendiriyor.
Ezgi Öziş*
2 Mayıs 2024
Ötekilerin Hakları: Yabancılar, Yerliler, Vatandaşlar. Seyla Benhabib, 2021 (2004), İletişim Yayınları
“Hiçbir insan yasadışı değildir.” (a.g.e., sf.229)
Seyla Benhabib ilk kez 2004 yılında basılan ve daha sonra pek çok dile çevrilmiş kitabını, politik üyelik kavramı üzerinden politik cemaat kavramının sınırlarının tartışılması olarak tanımlar. Kitap aslında Cambridge Üniversitesi’nde konuk olarak verdiği derslerin genişletilmiş halinden meydana gelmektedir. Kitap, pek çok teorik yaklaşım arasında gidip gelen ve farklı teorilerin birbiriyle konuştuğu fakat baştan sona yazılmış bütüncül bir metin yerine ders notlarının toplamı olduğunu okuyucuya hatırlatacak şekilde dağınık bir yazım diline sahiptir.
Uluslararası insan hakları anlayışının gelişmesiyle ulus-devletlerin sınır ve otoritesinin sorgulandığı bir dönemde, bir topluma üye olmayı temellendirecek genel ilke ne olacaktır sorusunu yöneltir. Liberal demokrasilerin felsefi yaklaşımı ve hukuki çerçevesi içinde bu dönüşen sivil ve politik birleşmeyi nasıl anlamlandıracağız? Benhabib kitabını, hiçbir insanın yasadışı olmaması ilkesini benimseyen görüşü, halkın hem yasalara tâbi hem de bu yasaların koruyucusu olduğu bir yönetim biçimi olarak tanımladığı demokrasi ile uzlaştırma gayesinin ürünü olarak tanımlar. Son yüzyılda altı kat artan uluslararası göçler çağında, göçün kendisini dünyayı yeniden şekillendiren bir olgu olarak ele alarak hem ulus-devlet ve egemenlik hem üyelik-hak-kimlik kavramlarını kozmopolit federalizm geleneğini izleyerek inceler.
Kitap beş bölümden oluşuyor: ilk bölümde, bireyleri bir arada tutan ahlaki ve yasal ilişkilere odaklanan Kant’ın kozmopolit hak kavramı üzerinden konukseverlik kavramı tartışılıyor; ikinci bölümde, sınırları belirlenmiş bir alanda gerçekleşen bu ilişkilerin dışına çıkarak ulus-devlet kavramı Arendt’in “hakka sahip olma hakkı” üzerinden hükümranın egemenlik iddiası ve evrensel insan hakları arasındaki çelişki üzerinden ele alınıyor; üçüncü bölümde, başta Rawls olmak üzere çağdaş liberal kuramcıların vatandaşlık/halk tanımını göç kavramının kendine özgü özellikleriyle birlikte eleştirel şekilde inceleyerek daha çok ekonomik temele dayalı küresel yeniden paylaşım kuramına üç temel eleştiri getiriliyor; dördüncü bölümde, vatandaşlık kavramının geçirdiği dönüşümler Avrupa Birliği (AB) örneği ele alınarak üyelik ve insan hakları ekseninde inceleniyor; son olarak beşinci bölümde, Almanya ve Fransa’daki iki başörtüsü olayı örnek alınarak okuyucu, vatandaşlığın dönüşümünde hak ve kimlik tartışmalarını halk (demos) tartışmalarıyla birlikte düşünmeye davet ediliyor. Yazar, vatandaşlığın çöküşü kuramcılarının tersine bu dönüşümü vatandaşlığın demokratik yinelemelerle yeniden yapılanması olarak tanımlıyor.
2004 yılında ilk baskısı yayımlanan kitap, dönemin tartışmalarından ayrı düşünülemez. Özellikle AB politikalarını ve insan hakları rejimini oluşturan uluslararası hukuk metinlerini merkeze alan eser, 1990’lı yıllarda başlayan ve 2000’lerin başından itibaren yoğunlaşan neoliberalizm ve küreselleşme tartışmalarının merkezlerinden birini oluşturan uluslararası göç olgusunun ve Bosna ve Kosova savaşlarının etkileriyle birlikte 11 Eylül sonrası dünyada AB’nin insan hakları rejiminin sorgulandığı bir dönemde yazılmıştır. Kant’ın kozmopolitik hak kavramından hareketle liberal demokrasilerde çoğulculuğu kozmopolitanizm ile birlikte düşünmek gerektiğini iddia eder. Dünya vatandaşlığı kavramına, eleştirileri de gözeterek, yeni bir yaklaşım sunar. Özellikle Fransa ve Almanya’daki baş örtüsü meselesini ele alır. Buna göre, 1990’lı yıllarda başlayan l’affaire de foulard (başörtüsü olayı) ve 2000’lerin başında görülen Fereshta Ludin davası örneklerinden hareketle, demokratik politikayı çerçeveleyen hak taleplerinin çoğunluğun koyduğu kanunları aşmasının zorunlu olduğunu iddia eder. Öte yandan, bu ilkelerin çoğunluk tarafından çeşitli yollarla demokratik irade oluşum süreçlerine dahil edildiğini söyler. Benhabib, politikanın tam da bu noktada aşkın normlar ve demokratik çoğunluğun iradesi arasında var olan bir yorum ve müdahale alanına işaret ettiğini belirtir. Bu örneklerle Fransa’da laiklik ile Almanya’da vatandaşlık kavramlarına yönelik tartışmalarla bir anlamda ulus kavramını yeniden tartışmaya açarak demos kavramına gelir. Almanya örneğinde, mahkeme kararıyla birlikte demokratik meşruluk sorununun ortaya çıktığını ve bu bağlamda demosa dahil olma ya da ondan dışlanma hakları belirlenen kişilerin, bu kuralları kararlaştırılan kişiler olmaması gerçeğinin altının çizmektedir.
Ethos ve demos kavramları üzerinden yürüttüğü tartışma, göç kavramının neoliberal dünyada dönüştürücü bir paradigma olduğunu vurgulaması bakımından oldukça ilginçtir. Bu yaklaşım okuyucuyu, göçü içine alan fakat ondan daha kapsamlı tartışmaları düşünmeye iter. Ethos, hafıza, kader ve aidiyet temelli bir topluluk olarak tanımlandığında, demos ve ethosun birbiriyle basitçe örtüşen kavramlar olmadığını vurgular. Bu bağlamda Benhabib asıl soruyu sorar: Liberal-demokratik yönetim biçimleri ne ölçüye kadar ortak kader ve aidiyet hissine dayalı topluluklar olarak görülmelidir? Yazar, daha geniş bir anlamda, oluşturulan uluslararası mülteci hakları rejiminin dayandığı temel felsefi çerçeveyi çizerek bu çerçevenin sınırlarını tartışır ve günümüzde gündeme gelen her olayda bu tartışmanın öncül olarak yapılması gerektiğini vurgular. Yasalar ve uluslararası hukuk normlarını ahlak kavramıyla yeniden ele alarak “sığınma ve iltica hakları karşılıklı ahlaki yükümlülükler olmaları anlamında (…) karşılıklı insanlığımız üzerinde mi temellenir yoksa bunlar, bireylerin ve grupların birbirlerine tutundukları ve egemen ulus devleti uymaya zorladıkları davranışların yasal uygulanabilir normları mıdır?” (s.39) sorusunu yöneltir.
Kitap, buna benzer yanıtlanması çok zor ve belki de cevap için yeni bir kitap yazılması gereken sorularla okuyucuyu yasa ve ahlak üzerinden toplumsal yapıların bütününü düşünmeye yöneltmektedir. Özellikle AB’de 90’lı yıllardan itibaren genişleyen göç politikaları, Maastricht Antlaşması gibi metinlerle birlikte Avrupa vatandaşlığı kavramının gelişmesi ve oy kullanma ve seçime katılma hakkındaki tartışmaları hatırlatarak demosun doğrudan doğruya bir ethos olmadığı gibi, aramızda yaşayan ve ethosa mensup olmayan kişilerin de yabancı olmadığını; bu kişilerin daha çok “yabancı menşeli vatandaşlar” olarak nitelendirilmesi gerektiğini vurgular. Benhabib bu fikirle birlikte hem “vatandaşlığın çöküşü” kuramcılarını hem de Rawls gibi ethos ve demosu birleştiren liberalleri eleştirir ve bu gelişmeleri vatandaşlığın çöküşünden çok vatandaşlığın demokratik yinelemeler yoluyla yeniden yapılandırılması olarak gördüğünü belirtir. Ancak güçlü demokrasilere sahip devletler, kendi halk kavramlarının anlamını yeniden biçimlendirdikleri bu tür evrenselci yeniden ifade etme eylemlerini gerçekleştirecek yeterliliktedir diyerek Fransa’da başörtüsü olaylarında sembolik anlamı yeniden tanımlanan Marianne ile ülkenin politik geleneklerinin zayıflamadığını belirtir. Böylece Benhabib, ethos ve demos ikili kimliğine dayanan halk kavramının bu ikiliğin müzakeresini esas alan bir oluşum olduğunu iddia eder.
İlk baskısının üzerinden yirmi sene geçmiş olan bu kitap güncel meseleler üzerinde düşünmek için hala önemli pencereler açmaktadır. Benhabib’in kitabı okuyucuyu, Türkiye’de göç çalışmalarının Avrupa-merkezli yayınlarla kurduğu ilişkinin ve dışsallaştırma, entegrasyon ve araçsallaştırma perspektiflerinin ötesine geçerek, ulus-devletin temel bileşenlerine göç ve göçmen toplulukları perspektifinden yeniden bakmaya ve tartışılmaz kabul edilen kavramları yeniden düşünmeye itmektedir. Vatandaşlık kavramını; ulus-devletin yapı taşı olan ulusu ethos ve demos kavramlarıyla beraber yeniden düşünmeyi; sınırlar içinde yaşayan farklı toplulukların karar alma mekanizmalarına katılım yollarını hangi temeller üzerinden kurmak gerektiğini ve bu yolla gerçek demokratik rejimleri nasıl inşa edebileceğimizi tartışmaya açmaktadır.
Türkiye konjonktüründe demokratik gelişmenin bir yolu da belki göç ve göçmen meselesini kozmopolitanizm ve kozmopolit federalizm tartışmaları içinden yeniden ele alıp vatandaşlık literatürünü genişletmek; “makbul” olanı yeniden tartışmaya açmaktır. Bu tartışma, Türkiye sınırları içinde bulunan göçmen topluluklarının demokratik rejim içinde bir aktöre dönüşmesinin yanında Türkiye halklarının bütününü etkileyebilir. Benhabib kitabını “imparatorlukların hudutları, demokrasilerin ise sınırları vardır” (sf.227) diyerek sonlandırır. Demokratik devletin temsil ve sorumluluk alanı ülke içinde inşa edilmiş sınırlara dayanmaktaysa, bu sınırların politik üyelik çerçevesinde yeniden ele alınması ve Benhabib’in deyimiyle açık değil ama geçirgen sınırlar üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.
Benhabib’in bu eseri, neoliberalleşmenin etkilerinin çok güçlü hissedildiği ve özellikle AB kapsamında imzalanan anlaşmalarla bir anlamda ulus-devletin sorgulanarak güç ve otoritesinin yeniden tartışıldığı dönemin ardından yazılmıştır. Günümüzde ise gerek göç gibi daha geniş toplumsal olgularda gerekse Covid-19 gibi daha tekil örneklerde üretilen politikalar ulus-devletlerin gücünü koruduğu yönündeki görüşleri destekler niteliktedir. Ayrıca, son yıllarda artarak devam eden milliyetçilik eğilimleri göz ardı edilemeyecek bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, günümüzde “ötekinin haklarını” Benhabib’in çizdiği bu çerçevede tartışmak mümkün müdür yoksa kozmopolitanizm tartışmaları zeminini kaybetmiş midir? Bu soruya cevap vermek her ne kadar kolay olmasa da Benhabib’in tanımladığı şekilde meşru politik karar alma alanı olarak demos ve aidiyet üzerinden kurulan ethosun müzakeresine dayanan bir halk anlayışı güncel tartışmalar için de faydalı olabilir. Her ne kadar ulus-devlet ve vatandaşlık güçlü bağlarını korusa da günümüzdeki göç akımları daha önce görülmemiş sayıya ve çeşitliliğe ulaşmıştır. Bu yeni paradigma, birlikte yaşamanın yeni yollarını bulmayı gerektirdiği gibi başta devletler olmak üzere siyasal sistemlerin buna uygun olarak yeniden şekillenmesini de gerektirmektedir.
*Ezgi Öziş, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde doktora eğitimine devam ediyor ve araştırma görevlisi olarak görev yapıyor. Göç çalışmaları, kadın çalışmaları, siyasal katılım ve toplumsal hareketler alanlarında akademik çalışmalar yürütüyor.
**GAR Blog’ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği’nin görüşlerini yansıtmaz.
Kaynak gösterme önerisi: Öziş, Ezgi. Kitap Değerlendirmesi-Ötekilerin Hakları: Yabancılar, Yerliler, Vatandaşlar. GAR Blog, Mayıs 2024