GAR Blog Kitap Değerlendirmesi
Daha Sesimizi Duyuramadık: Avrupa’da Türk İşçi Çocukları
Gündüz Vassaf
Alisait Yilkin*
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından, “Daha Sesimizi Duyuramadık Avrupa’da Türk İşçi Çocukları” ismi ile 2002 yılında ilk baskısı yapılan kitap, esasında aynı konu üzerine yazılan iki farklı ama aynı zamanda da birbirini tamamlayan bir çalışma olarak düşünülebilir. Kitabın ilk bölümü, Belge Yayınları tarafından 1983 yılında basılmasına rağmen, Gündüz Vassaf’ın ifadesiyle, kitabın belge niteliğinin kaybolmaması için ilk baskısında bir değişiklik yapılmadan tekrar yayına hazırlanmıştır (s.24). Kitabın bu ilk bölümü, Vassaf’ın 1981- 82 yılları arasında Avrupa ülkelerinde, özellikle Hollanda’da, yapmış olduğu saha çalışması neticesinde elde etmiş olduğu gözlem ve değerlendirmeleri içerirken, ikinci bölüm Vassaf’ın çeşitli uluslararası toplantılarda yapmış olduğu sunumlar ile akademik dergilerde çıkan yazılarından oluşmaktadır. Ayrıca kitabın içerisinde, Ayhan Kaya (Bilgi Üniversitesi) ile Eva Ostergaard-Nielsen (Barselona Üniversitesi) tarafından yazılmış iki önsöz de yer almaktadır. Özellikle Kaya’nın, önsöz ve makale karışımı olarak kaleme almış olduğu yazı, yaklaşık 25 yıl önce yazılmasına rağmen hala ufuk açıcı ve yer yer okuru farklı düşüncelere sevk etme potansiyeli taşıması sebebiyle Vassaf’ın kitabının etki alanını daha da genişletmektedir.
Gündüz Vassaf, kendisini Avrupa kıtasında yaşamaya başlayan Türk işçi çocuklarının sorunları üzerine bir kitap yazmaya iten nedenleri açıklarken, bu konuya olan ilgisinin kendi kişisel, özellikle çocukluk, geçmişi ile alakalı olduğunu belirterek başlar. Vassaf’ın özgeçmişine bakıldığında, ailesinin ve kendisinin hem eğitim hem de iş durumu sebebiyle, çocukluğunun ilk yılları ile gençlik dönemini Amerika’da ve kısa bir süre de olsa Almanya’da geçirdiği görülmektedir (i). Kendi deyimi ile bu çocuklar ile aynı sınıfsal kategoriye girmemesine rağmen kendisinin de benzer sorunlar ve deneyimler ile karşılaşmasının; bu kitabın ana öznesi olan çocuklar hakkında değerlendirme yapmasına katkı sağladığını söyler. Ayrıca, Vassaf’ın psikoloji eğitimi alması, onun konuya bir “psikolog” gibi yaklaşmasına da katkı sağlamıştır. Kıta Avrupa’sına işgücü göç hareketleri 1950’li yıllarda başlamasına rağmen, kitabın yazım tarihine dek göçmen çocukları ile alakalı bir kitap yazılamamış olması, Vassaf’ın en büyük motivasyon kaynaklarından biridir (s.61).
Kitabın ilk sayfaları okuyucuya, araştırmada kullanılan araştırma yönteminin, günümüzde sosyal bilimcilerin sıklıkla kullandığı nitel araştırma yönteminin basit bir versiyonunun kullanıldığı izlenimi verse de, gözlem ve değerlendirmelerin bilimsel bir çizgide devam ettiği görülmektedir.
Vassaf’a göre kitaba konu olan çocukların sorunlarını anlamak iki açıdan önemlidir. Birinci neden; yakın bir gelecekte, bu çocukların kişisel geleceğinin hem kıta Avrupa’sını hem de göç edilen ülkelerin geleceğini tahmin edilenden çok daha derinden etkileme olasılığı taşımasıdır. İkinci önemli nokta ise kavramsal olarak sömürge halkların psikolojisini inceleyen Cezayirli psikiyatrist Franz Fanon ve Tunuslu düşünür ve yazar Albert Nenni’nin çalışmalarında kullandığına benzer bir yöntemle Avrupa ülkelerinde aynı ya da benzer durumlar ile karşılaşan göçmen kökenli insanların psikolojilerini incelemeyi amaçladığını belirtmektedir. Bu nedenle kitabın isminden bağımsız olarak, kitap içerisinde yer alan bilgi ve değerlendirmeleri sadece Avrupa’da yaşayan Türk çocukların sorunları olarak görmemek gerektiğini, benzer sorunlarla Faslı, Tunuslu gibi diğer göçmen kökenli çocukların da karşılaştığını söyler. Vassaf’ın hedeflemiş olduğu ikinci amacına ulaşıp ulaşamadığını bilmemekle birlikte, 21. yüzyılın ilk çeyreğini bitirdiğimiz bu günlerde, bu kitap çalışmasının ana özneleri olan çocukların hem Avrupa hem de göç edilen ülkelerin geleceğine yön vermeye başlayan bireyler olduğunu görürüz. Örneğin Almanya özelinde bakıldığında, Dinçer Güçyeter ve Deniz Utlu edebiyat, Fatih Akın ve Mehmet Akif Büyükatalay sinema, İlkay Gündoğan ve Nuri Şahin futbol, Serap Güler ve Mustafa Yeneroğlu siyaset, Tamer Akkılıç ve Ahmet Tosun gastronomi gibi çok geniş bir yelpazede hem Alman hem de Türk toplumunda birer rol model olmaya başlamışlardır.
Öte yandan Polonya doğumlu sosyolog Bauman’ın Modernite ve Holokost kitabında (Bauman, 2000, p.132) belirtiği gibi göçmen kökenli insanların kamusal alanda daha çok görünmeye başlaması, onların daha çok ayrımcılığa maruz kalması ile sonuçlanmaktadır. Örneğin geçtiğimiz aylarda, Alman televizyon ağı Westdeutscher Rundfunk’ta yayınlanan Sport Inside adlı programın yapmış olduğu bir ankete katılan katılımcıların yüzde 17’si, Türkiye kökenli bir işçi ailenin çocuğu olan İlkay Gündoğan’ın Alman milli takım kaptanı olmasını kabul etmediklerini belirtmişti (ii). Bu yüzden Vassaf, bu kitabın ana öznesi olan çocukları ailelerinden ve içinde yaşadıkları egemen kültür anlayışından soyutlayıp sadece işçi çocukları olarak irdelemenin, bizleri yanlış veya eksik yorumlara ulaştıracağını söyler. Vassaf Türk işçi çocuklarının sorunları üzerine yapılan analizlerin sebep-sonuç ilişkisi kapsamında ele alınması gerektiğini belirterek Türkiye’de yaygın bir şekilde kullanılan “Ne ekersen; onu biçersin” deyimine gönderme yapar. Ona göre, Avrupa’da zorunlu veya gönüllü nedenlerden dolayı yaşamaya başlayan ve de bu ülkeleri birer “yurt” olarak gören, bu işçi çocukları içerisinde yaşamış oldukları hâkim kültür tarafından dışlandıkları için “geri veya sorunlu” olarak görülmektedir. “Sorunlu çocuklar” olarak tanımlanan bu bireylerin, kendi akranları olan Alman veya Fransız çocuklardan bir farkları veya eksiklikleri yoktur. Bu nedenle, “iki kültür arasında kalmış, Almanlaşamamış, kayıp kuşak, dejenere olmuş” vesaire gibi önyargılı ve bilimsel olarak hiçbir temeli olmayan tanılamalara karşı çıkarak, Avrupa’daki işçi çocuklarının iki kültür arasında kalan değil tersine, oluşmakta olan “Yeni Avrupa’nın bir sentezi olduğunu vurgular (s.211).
Aynı zamanda Avrupa’daki göçmen kökenli çocukların farklı etnik ve dini inançlara sahip olmaları nedeniyle okulda, işyerinde, genel olarak kamusal alanda, dışlanmaya devam ettiklerini belirtir. Sonuç olarak bu çocukların, ailelerinden kendilerine bir miras olarak geçen etnik ve dinsel kimliklerini milliyetçi veya şovenist amaçlar için kullanmadıklarını, bilakis rasyonel ve kısa süreli amaçlar için kullandıklarını ileri sürer. Vassaf’ın bu düşüncesini, benim kendi doktora araştırmam için yapmış olduğum saha araştırması ile gözlemlerim de doğrulamaktadır. Örneğin Türkiye kökenli gençlerin, Türkiye’de yapılan seçimlere katılma motivasyonlarının nedenlerinden birisi de bu bireylerin “hem Alman hem de Türk toplumuna; oy kullanarak, seslerini duyurmaya” çalıştığı görülmektedir. Sonuç olarak Vassaf kitabın okuruna, özelde göç alanında araştırma yapanlara, içerisinde yaşanılan toplumun sosyal ve ekonomik yapısı ile bireyler arasındaki bilgi alışverişinin çok önemli olduğunu vurgulayarak ne tamamıyla yapısalcı ne de tam anlamıyla liberal bir bakış açısı ile konuyu ele almadığını ifade eder.
Gündüz Vassaf’ın bu kitap çalışması, okura, Ayhan Kaya’nın da önsözde sıklıkla vurguladığı üzere, kültürün özünde değişmeyen bir kavram olmadığını, özellikle gönüllü veya zorunlu nedenlerden dolayı göç eden insanlar tarafından üzerinde yaşadığı toprakların sosyal ve ekonomik durumundan beslenen ve zamanla, yeni anlamlar kazanarak, çeşitli kültürel zenginlik alanlarının oluşmasına katkı sağladığını söyler.
Bu yazıyı hazırlarken, Vassaf’ın bu kitabını ilk okuduğum günün üzerinden nerdeyse 20 yıl geçtiğini ve göç konusu ile alakalı okuduğum ikinci kitap olduğunu fark ettim (ilki, Nermin Abadan-Unat’ın Bitmeyen Göç adlı kitabıydı). Ara ara karıştırmalarımı saymazsam, bu kitabı üç defa okudum. Hem Abadan-Unat’ın hem de Vassaf’ın kitaplarını okumaya başlamamın nedeni, bu kitaplar için seçilen isimlerdi. Daha sonra; isimlerinden dolayı okumuş olduğum çok sayıda kitap veya makale oldu ama şu ana kadar, seçilen ismin hakkını veren çok az sayıda yayınla karşılaştım. Gündüz Vassaf’ın bu kitabının, göç konusu üzerine düşünmeye veya okumaya başlayanlar için iyi bir başlangıç olacağını düşünüyorum.
(i) Gündüz Vassaf: Çivisi çıkmış bir dünyada yaşıyoruz – DW Türkçe, 21 Şubat 2021, görülme tarihi, 1 Aralık 2024, https://www.youtube.com/watch?v=ujfgSmFYuWM
(ii) “İlkay Gündoğan: Belki farklı görünüyoruz ancak biz de Almanız” Gazete Oksijen, 6 Haziran 2024, görülme tarihi, 1 Aralık 2024; https://gazeteoksijen.com/spor/ilkay-gundogan-belki-farkli-gorunuyoruz-ancak-biz-de-almaniz-213507
Kaynakça
Bauman, Z. (2000). Modernity and the Holocaust. Cornell University.
Ireland, P. R. (1991). Facing the True ‘Fortress Europe’: Immigrant and Politics in the EC. Journal of Common Market Studies, 29(5), 457–480. https://www.researchgate.net/profile/Patrick-Ireland-2/publication/11119811_Facing_the_True_’Fortress_Europe’_Immigrant_and_Politics_in_the_EC/links/5e223c42299bf1e1fab9ede7/Facing-the-True-Fortress-Europe-Immigrant-and-Politics-in-the-EC.pdf
Ireland, P. R. (1994). Immigrant Politics in France and Switzerland. Harvard University Press. https://doi.org/doi:10.4159/harvard.9780674498839
Vassaf, G. (2024). Daha Sesimizi Duyuramadık, Avrupa’da Türk İşçi Çocukları (4th ed.). Istanbul Bilgi Üniversitesi Yayinlari. https://bilgiyay.com/kitap/daha-sesimizi-duyurmadik-almanyada-turk-isci-cocuklari/
* Alisait Yilkin, Bielefeld Üniversitesine (Almanya) bağlı Göç, Vatandaşlık ve Kalkınma Merkezinde (COMCAD, Center on Migration, Citizenship and Development) araştırmacı olarak çalışmaktadır. Başlıca akademik ilgi alanları, Türkiye kökenli bireylerin, özellikle gençlerin hem Türkiye hem de Almanya’da siyasete katılımı ile göçmen kökenli bireylerin vatandaşlık, kimlik, aidiyet, ulusötesi bağlarının aktarımı gibi konuları içermektedir.
** GAR Blog’ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği’nin görüşlerini yansıtmaz.