AB - Türkiye Mutabakatının 8. Yılında GAR Tespit ve Önerileri
NE OLMUŞTU?
2015 yazında çoğu Suriye, Afganistan ve Irak’taki çatışmalardan kaçan bir milyondan fazla göçmenin Avrupa’ya ulaşarak sığınma başvurusu yapması karşısında AB ülkeleri bu göçü kontrol edebilmek ve maruz kaldıkları “mülteci krizini” yönetebilmek için, Kasım 2015’ten itibaren Türkiye ile müzakerelere başladı.
18 Mart 2016’da 28 AB devleti ve Türkiye, Avrupa’ya yönelen düzensiz göç akışının önlenmesi ve Suriyeli mültecilerin kabulü konusunda Türkiye’nin desteklenmesi amacıyla bir anlaşmaya -resmi adıyla mutabakata- vardıklarını açıkladılar.
AB – TÜRKİYE MUTABAKATININ İÇERİĞİ NEDİR?
18 Mart Mutabakatı veya kamuoyunda daha çok bilinen ismiyle “göçmen anlaşması” aşağıdaki noktaları kapsıyordu:
Türkiye’nin AB’ye yönelen denizden veya karadan yeni düzensiz göç güzergahlarının oluşumunu önlemek için gerekli önlemleri alması
Türkiye'den Yunan adalarına geçiş yapan tüm yeni düzensiz göçmenlerin Türkiye'ye iade edilmesi
Türkiye’ye iade edilen her bir Suriyeli için Türkiye’den bir Suriyelinin AB ülkelerine yerleştirilmesi (1’e 1 formülü)
Garanti verilen kıstasların karşılanması kaydıyla Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin canlandırılması
Gerekli adımların atılmasından sonra Türk vatandaşlarına AB’ye vize serbestisi sağlanması
Gümrük Birliği’nin güncellenmesi
Türkiye ve AB arasındaki düzensiz göç büyük ölçüde azaldığında ya da sona erdiğinde AB üyesi devletlerin gönüllülük esası dahilinde kalacakları Gönüllü İnsani Kabul Planı’nın uygulamaya konulması
Suriyeli sığınmacılara yönelik çeşitli projelerin desteklenmesi amacıyla, FRIT kapsamında 3+3 milyar avroluk bir fonun tahsis edilmesi.
MUTABAKATA ELEŞTİRİLERİMİZ
- Mutabakat uluslararası koruma arayışındaki sığınmacıların iltica hakkı başta olmak üzere, temel haklarının korunmasında yetersiz kalmakta ve onların güvenliğini sağlayamamaktadır.
- Mutabakat kapsamında yer alan geri gönderme (geri kabul) kararının temelinde peşinen Türkiye’nin geri göndermeye uygun güvenli üçüncü ülke olarak sınıflandırılması yatmaktadır. Oysa Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesindeki coğrafi sınırlamadan dolayı Suriye ve diğer Avrupa dışı ülkelerde meydana gelen olaylardan ötürü sığınmacılık haline girmiş yabancıların mülteci statüsünü tanımamakta; bu kişilere Sözleşme’yi uygulamamaktadır. Bu da başta Suriyeliler olmak üzere Türkiye’ye iade edilen sığınmacıların, AB hukukunda güvenli üçüncü ülke için aranan ‘Sözleşme’ye uygun’ bir etkili korumaya erişimleri olmadığı anlamına gelmektedir. Keza Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı da bir ülkenin güvenli üçüncü ülke olarak kabul edilerek sığınmacıların buraya gönderilmesi için öncelikle, sığınmaya erişim ve kabul şartlarının etkin olup olmadığının kapsamlı olarak değerlendirilmesini şart koşmaktadır. Türkiye’nin AB ülkelerinden geri gönderilen sığınmacılar için peşinen güvenli üçüncü ülke olarak kabul edilmesi ise hem AB hukukuna hem de AİHM içtihadına aykırılık göstermektedir.
- AB sığınmacıların uluslararası korunma ihtiyaçlarına destek sunmak konusunda finansal destek dışında bir rol almamakta ve bu şekilde sorumluluktan kaçmaktadır. Bu yüzden, sığınmacılar konusunda AB ve Türkiye arasındaki sorumluluk paylaşımı özellikle sorumluluğun fiziksel ayağının paylaşılması bakımından adil ve hakkaniyetli değildir.
- Yunanistan adalarında sıkışıp kalan göçmenlerin oldukça uzun iltica süreçlerinden ötürü “Avrupa’nın Guantanamo’su” olarak söz edilen kamplarda insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda bırakılmaları insan haklarına aykırıdır.
- Mutabakatın uluslararası sözleşme özellikleri taşımasına rağmen şekil olarak bu şartlara uymamasından dolayı mutabakat hukuksal niteliği haiz değildir ve yasal bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu yüzden de denetlenebilirliği tartışmalıdır.
- Mutabakata giden sürecin ve mutabakat kabul edildikten sonraki uygulamaların şeffaf, net ve denetlenebilir olmaması bir diğer sorun alanıdır.
Biz GAR olarak, bu anlaşmanın mülteci krizini çözmekte yetersiz kaldığını, anlaşmanın mülteci krizine kalıcı bir çözüm getirmediğini, AB devletleri açısından geçici bir rahatlama sağlasa da, hem milyonlarca sığınmacıyı kabul eden Türkiye toplumu hem de kalıcı bir çözüm arayan sığınmacılar için adaletsiz bir durum ortaya çıkardığını iddia ediyoruz.
Hem Türk toplumunun, hem de sığınmacıların endişelerini dikkate alan; uluslararası insan hakları ve mülteci hukukuna uygun, şeffaf ve demokratik bir ortamda müzakere edilen, hukuki denetime açık, sadece finansal sorumluluk paylaşımına değil, fiziksel sorumluluk paylaşımına da etkin şekilde odaklanan, özgürlük ve güvenlik dengesini hassas bir şekilde koruyan daha hakkaniyetli bir sorumluluk paylaşımı modeli geliştirilmesi gerektiğini savunuyoruz.
* Kapak görseli Emad Hajjaj'a aittir.