Gelenekten Geleceğe: Türkiye’nin Göç Yönetiminde Eski Vurgular ve Yeni Stratejiler
Deniz Şenol Sert & Gülay Uğur Göksel
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Nisan 2025’te İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde farklı üniversitelerden uluslararası öğrencilerin yoğun katılımıyla gerçekleşen “Türkiye Yüzyılı’nda Türkiye’nin Göç Yönetimi Modeli” konferansındaki konuşması, Türkiye’nin tarihî misafirperverlik geleneğiyle bugünün küresel göç hareketlerine dair gerçekleri harmanlama çabası olarak öne çıktı diyebiliriz. Konuşmanın açılışında, dünyada her yıl milyonlarca insanın savaş, terör, yoksulluk ve iklim değişikliği gibi faktörlerle yerinden edildiği, son on yılda göç yollarında 72 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği ve göçmen nüfusunun dünya nüfusunun yüzde 3,6’sını aştığı rakamları hatırlatıldı. Bu veriler, Türkiye’nin üç kıta arasında stratejik konumunun yüklediği sorumluluğu gözler önüne sererken, aynı zamanda insani dayanışma vurgusunu da pekiştirdi .
Konuşmanın geçmişe dair vurgu yapılan bölümlerinde Anadolu’nun “eman yurdu”(i) rolü öne çıkarıldı. Engizisyon zulmünden kaçarak Osmanlı topraklarına sığınan Museviler’den, Balkan coğrafyasındaki muhacirlere kadar uzanan bu yardım geleneği, Türkiye’nin tarih boyunca mazlumlara kapılarını açtığına dair güçlü bir simge olarak konuşmaya yansıtılmıştı. Ancak bu insani söylemin pratikte sıkı sınır kontrolleriyle dengelendiği gene verilerle belirtildi.Yaklaşık 270 bin düzensiz göçmenin engellenmesi, 263 bin kişinin sınır dışı edilmesi ve 14.400 kaçakçı operasyonu, güvenlik odaklı yaklaşımın hâlâ Türkiye göç politikasının omurgasını oluşturduğunu gösteriyor. Burada, misafirperverlik ile güvenlik kaygıları arasında inşa edilen “hassas denge”, eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde entegrasyon ya da Göç İdaresi Başkanlığının deyimiyle sosyal uyum süreçlerinin bu dengenin neresinde olduğu sorusunu akla getiriyor.
Konuşmanın yenilikçi denebilecek kısmı, eğitim diplomasisi fikri etrafında toplanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 190’dan fazla ülkeden 340 bini aşkın uluslararası öğrencinin kendi kaynaklarıyla Türkiye’de eğitim gördüğünü ve mezunlarının bugün dünya çapında bürokrat, iş insanı ve siyasetçi kimlikleriyle faal olduklarını vurgulayarak göçü bir “kamu diplomasisi” aracı olarak tanımladı. Bu yaklaşım, göçmenleri sadece korunan bireyler olarak görmekten ziyade, ülkenin uluslararası itibarını ve yumuşak gücünü artıracak aktif aktörler şeklinde konumlandırıyor. Fakat bu söylem, eğitim kalitesi, mezunların geri dönüş oranları ve beyin göçü gibi uzun vadeli sonuçlarla nasıl ölçümlenecek, henüz netlik kazanmış değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir diğer yenilikçi vurgusu, göçmenlerin ekonomik ve beşeri sermaye katkısıydı. Konuşmada, göçmenleri daha çok tüketim ekseninde tartışan zihniyetin aksine, sanayi, tarım ve hizmet sektörlerinde yarattıkları katma değer ön plana çıkarıldı. Buna karşın, kayıt dışı istihdam, sosyal uyum sorunları ve işgücü piyasasındaki dezavantajlı konum gibi pratik engeller hakkında somut çözüm adımları duyurulmadı; bu boşluğu, göçmen entegrasyonuna dair retoriğin fiili politikaya yansımaması olarak nitelendirebiliriz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasındaki “göç yeni bir buluşmadır” mottosuyla formüle edilen çok boyutlu perspektife göre, göçmen hareketliliği artık kültür, ticaret ve bilim eksenlerinde ele alınmalı ve alınacak. Genç dinleyicilere yönelik olarak doğru bilgilendirme kampanyaları, önyargıları kırmaya yönelik eğitim programları ve yerli halkla entegrasyonu destekleyecek projeler vaat edilenler arasındaydı. Bu vizyon, güvenlik merkezli söylemin ötesine geçerek göçü bir “karşılaşma” ve “yeni ortaklıklar” fırsatı olarak tanımlıyor. Yine de, bu paradigma değişikliğinin saha düzeyindeki uygulamaları henüz denetlenebilir ya da sorgulanabilir somut adımlarla desteklenebilir mi bilemiyoruz.
Konuşmanın sonundaki “Türkiye Yüzyılı” vizyonu göç yönetimine uzun vadeli bir stratejik çerçeve sağlama amacını güdüyor. Uzun yıllardır eleştirilen kısa vadeli kriz müdahalelerinin ötesine geçip yüz yıllık bir perspektif önerilmekte. Ancak bu vizyonun finansmanı, uluslararası iş birliği mekanizmaları ve sürdürülebilirlik stratejilerinin detayları hâlâ bir muamma . Dolayısıyla, “Türkiye Yüzyılı” söylemi ne kadar iddialı olursa olsun, uygulanabilir proje planları ve kaynak tahsislerine dair somut bilgiler ortaya konmadan mevcut retoriğin eyleme dönüşeceği konusunda şüpheci davranmamak elde değil.
Konuşmanın ardından düzenlenen panelde Türkiye’nin göç politikalarının “güven, açıklık ve medeniyet değerleri” üzerine inşa edildiği vurgulandı. “Biz kimseye yalan söylemiyoruz” sözleriyle şeffaflık ilkesinin altı çizilirken, bir yandan tüm kaynak ülkelerle eş zamanlı ve açık iletişim kurulabildiğinin, diğer yandan bu güvene dayalı iş birliklerinin bölgesel ve küresel düzeyde Türkiye’yi eşsiz kıldığı belirtildi.
Panelin ilk konuşmacısı Göç İdaresi Başkanı Hüseyin Kök, Türkiye’nin göç yönetiminde “düzenlilik, kontrol edilebilirlik, insanilik ve iş birliği” ilkelerinin “kutsal” dörtlüsünü oluşturduğunu anlattı. Kök’e göre, düzensiz göçle mücadeledeki başarı, geri gönderme merkezlerinde insan hakları standartlarına azami ölçüde riayet edilmesiyle dengelenmeli; bu sayede ne tamamen güvenlik ne de sadece insani boyut ağırlık kazanmalı. Yüksek Öğretim Kurulu, YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. Halim Haldun Göktaş ise yükseköğretimin uluslararasılaşmasına odaklanarak, Türkiye’deki 340 bini aşkın uluslararası öğrencinin yalnızca bilgi tüketicisi değil, karşılıklı kültürel öğrenmeyi besleyen birer aktör haline geldiğini vurguladı. Göktaş, mezun ağlarının güçlendirilmesi ve eğitim kalitesinin yükseltilmesinin, bu öğrencilerin Türkiye’nin gönüllü temsilcileri olarak daha etkin rol üstlenmesini mümkün kılacağını söyledi. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkan Yardımcısı Murat Kazancı ise, burs programlarının ötesinde kültürel oryantasyon, Türkçe eğitimi, toplumsal uyum ve mezun takip sistemleri gibi kapsamlı destek mekanizmalarının hayata geçirildiğini anlattı. Kazancı’ya göre bu programlar, uluslararası öğrenciler ile yerel toplum arasında kurulan köprünün kalıcı ve dinamik olmasını sağlıyor.
Genel olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması ve izleyen paneldeki vurgular, eskiye dönük insani sorumluluk ve güvenlik yaklaşımlarını korurken; yeni dönemde eğitim diplomasisi, ekonomik katkı, çok boyutlu perspektif ve uzun vadeli stratejik vizyonu bir araya getirdi. Ancak tüm bu yeni argümanlar, pratikte nasıl hayata geçecek sorusuna cevap aramaya devam edilmeli. Güvenlik ile fırsatlar arasındaki dengenin kurulup kurulamayacağı ve retoriğin saha uygulamalarına yansıması, Türkiye’nin göç modelinin gerçek başarısını önümüzdeki dönemde belirleyecek en kritik husus olarak öne çıkacak gibi görünüyor.
(i) “Eman yurdu” ifadesi, Osmanlı ve İslâm geleneğinde, zulme uğrayan veya tehlike altındaki kişilerin sığındığı, korunup gözetildiği yer anlamına gelir. “Eman” Arapça’dan gelir ve “koruma, güvence” demektir; “yurt” ise “memleket, barınak” demektir. Birlikte kullanıldığında “eman yurdu”, mazlum ve muhtaç kişilere güvenli sığınak sunan toprakları veya devleti ifade eder.
* GAR Blog’ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği’nin görüşlerini yansıtmaz.
**Görsel CHATGPT ile oluşturulmuştur.