Gani Aladağ*

30 Mayıs 2024

 

Bayram Koca ve Duygu Altınoluk (Der.), Suriyeliler Her Yerde! Yerliler ve Göçmenler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2022

Günümüz sosyal bilimlerinde yaygın biçimde savunulduğu üzere, artık tek bir teorik veya kavramsal yaklaşımla toplumsal bir olguyu açıklama çabası yetersiz kalıyor. Bu, sadece teorik yaklaşımların müstakil olarak sosyal bir olguyu ele alma konusunda yetersiz kaldığı gibi yüzeysel bir yorumla ele alınamaz. Aynı zamanda bu durum, toplumsal olguların karmaşık, çok yönlü ve değişken olmalarından kaynaklanır. Bunun yanında, teorik yaklaşımlar belli bir zaman ve coğrafyadaki kimi somut sosyal fenomenlerin soyutlanmasıyla elde edilen genelleştirilmiş verilerden oluşturulduğu için söz konusu teorilerin farklı zaman ve coğrafyadaki toplumsal olguları açıklamakta yetersiz kalması doğaldır. 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren mevcut teorik yaklaşımların bir araya getirilerek ‘birleşik’, ‘tümleşik’ kavramsal egzersizlerin oluşturulduğuna tanık olmaktayız. Bu durum birçok sosyal bilim alanında olduğu gibi sosyolojide de birden çok kavramsal yaklaşımın bir araya getirilerek yeni teorilerin oluşturulması biçimindeki bir anlayışla gözlemlenmekte. Halihazırdaki teorileri birleştirme ve yenilerini oluşturma çabaları sosyal bilim birikiminin gelişiminde/evriminde kritik bir rol oynar.

Türkiye’deki sosyal bilimler, daha çok merkezde (Kıta Avrupa’sı ve ABD’de) üretilen teorik ve kavramsal yaklaşımların çevre ülkelerde uygulanmasına/test edilmesine paralel bir süreçle doğdu ve gelişme gösterdi. Ayrıca Türkiye’de sosyal bilim alanında yapılan çalışmalarda çoğu zaman teorik çerçeve ile alandan toplanan veriler arasında ilişkinin eksik olduğu, soyut kavramlar ve saha verilerinin birbiriyle uyumsuzluk gösterdiği; yapılan çalışmaların genel olarak seçilen kuramsal egzersizin geniş bir saha çalışmasıyla test edildiği; kimi durumlarda birden fazla kavramsal modelin sıralanıp sahadan toplanan verilerle bir teorinin seçilip onun üzerinden çözümleme yapıldığı görülmektedir. Oysa teori ve kavramlar vasıtasıyla düşünmek bize bambaşka açılardan görme imkânı verebilir. Somut sosyal dinamikleri fark biçimlerde değerlendirmemize, mevcut kavramları daha genel düşünmemize, halihazırdaki kavramları geliştirebilmemize, alandan toplanan verileri daha iyi görmemize olanak sağlayabilir. Bu bağlamda, sosyal bilimlerde teori oluşturmanın veya birleştirmenin öncelikli rolünü vurgulamama rağmen, planlanan araştırmalarda saha verilerinin titizlikle incelenmesini, bu verilerin kuramsal çerçeve, kavramlar ve teorik yaklaşımlarla bütünleşik bir şekilde değerlendirilmesine büyük bir önem atfetmekteyim.

Bayram Koca ve Duygu Altınoluk tarafından derlenen 'Suriyeliler Her Yerde' adlı kitap, ortak bazı kavramların belirlenip eş zamanlı olarak yapılan teorik okumalarla, göç çalışmalarında genellikle göz ardı edilen hem yerli halkın hem de göçmenlerin kendilerini ifade etmelerine imkân tanıyan, seslerine kulak verilen bir çalışma olmuştur. Bir grup sosyal bilimci akademisyenin “hastanede Suriyelilerin azarlanması”, çarşıda “Suriyeli dükkanlarının taşlanması”, mahallede “Suriyelilerin dövüldüğü” yönündeki (S:13) gözlemlerinin, genel kanının tam tersi olduğunu fark etmeleriyle başlayan bir çalışmanın ürünü olan bu kitap, aynı zamanda disiplinler arası bir çalışma özelliği taşımaktadır.

Eser kamuoyunda yaygın olan “Kilis’te Suriyelilerin sayısı, yerlilerin sayısını geçmiş”[1] söyleminin yanlışlığını belirterek başlıyor. Altunoluk ve Koca kitabın girişinde bu yanlış algının kimi radikal sağ milliyetçi partiler tarafından bilinçli olarak yaygınlaştırıldığını ve bu yüzden yerliler arasında “Kilis’in Suriyeliler tarafından işgal edildiği, Kilislilerin ‘öz vatan’larında kendilerini ‘garip’ ve ‘parya’ gibi hissettiği” (S:11) duygusunun yaygın biçimde inşa edildiğini belirtirler.

Birinci bölümde, Haydar Karaman'ın "Onlar, Bizden Daha Çok Hakka Sahip: Kilis’te Bir Pharmakos" adlı makalesi, kavramsal meseleyi ele alarak, felsefi ve siyasi zemindeki konumuyla ilgili bir tartışma sunmaktadır. Karaman metninde mülteci, konuk, yabancı, parya, düşman kavramlarını yapısöküme uğratıp bu kavramların felsefik ve teorik bir tartışmasını yaparak, Kilis kent mekânı bağlamında ev sahibi-misafir, dost-düşman ya da Kilisliler-Suriyeliler dikotomilerini Derrida (konuksev/er/mezlik), Kant (kozmopolitizm) ve Schmitt (dost-düşman dikotomisi) üzerinden okuyup, tartışıyor. Bu kavramları sahadan elde ettiği veriler bağlamında tekrar yorumluyor. Kilis’i sadece göçün gerçekleştiği ve göçmenlere ait bir mekân olmanın ötesinde, iki karşıt pozisyona sahip olan philoxenia (yabancı konukseverliği/ağırlaması) ve xenophobia (yabancı korkusu) arasında sıkışmış bir şehir olarak tanımlıyor. Bu açıdan bakıldığında, seçilen kavramsallaştırmalar Kilis’teki Suriyeliler örneklemini okumak ve anlamak açısından isabetli bir seçim olmuştur. Suriyelilerin “konuk”tan de facto kentin sakinlerine/sahiplerine dönüşmesinin, Cumhuriyetin yurttaşlık tanımını aşındırdığını ama yerli halkın yeni gelen “misafirler”i özümsemede ve kabullenmede zorluk yaşadığını dile getirmektedir.

İkinci bölüm Bayram Koca’nın Kilis 7 Aralık Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümündeki Kilisli ve Suriyeli öğrencilerle yaptığı iki ayrı odak grup görüşmesinden elde edilen verilere dayanıyor.  Bu görüşmeler, Goffman’ın “damga” teorisi, Bauman’ın “biz ve onlar” ayrımı, Derrida’nın “konuksev/er/mezlik” kavramı ve Schmitt’in “dost-düşman” dikotomisinden faydalanmakla birlikte esas olarak modernist milliyetçilik teorisyenlerinden (Benedict Anderson, Ernest Gellner ve Eric Hobsbawm) yararlanarak tartışılıyor. Suriye’den gelen göç sonrasında Kilis’teki yerel halkın yaşadığı sorunları ve göçmenlere yönelik algılarını tartışmasıyla devam ediyor.

Kendi Şehrimizde Yabancı Hale Geldik: Kilis’te Suriyeliler Karşısında Yerliler başlıklı makale, göçün ekonomi politiğinin hem Türkiye genelinde hem de Kilis özelinde nasıl işlediğini inceler. Bu çalışmada yerliler ve göçmenler arasındaki “mesele” Türklük-Suriyelilik üzerinden tartışılarak, Kilislilerin göçmenleri ötekileştirme ve kendilerini “parya” hissetmelerinin toplumsal, siyasal ve ekonomik dinamikleri ele alınır. Koca, yaptığı bu çalışmada Kilis’teki üniversitede okuyan 13 öğrenciyle yaptığı odak grup çalışmasından elde ettiği verilerden hareketle, Kilislilerin göçmenlere yönelik görüşlerini “Suriyeli sorunu yok, Suriyeli istilası var” ile “Suriyeliler Kilis’teki bütün sorunların nedeni” şeklinde özetlemiştir. Böyle net bir sonuca varmak birçok açıdan problemli olmuştur. Kilis’te okuyan bir grup öğrencinin örneklem olarak seçilip, bu küçük örneklem grubundan toplanan verilerin Kilislilerin genel düşüncesi olarak yansıtılması metodolojik açıdan tartışmalı bir sonuç ortaya çıkarmıştır.   

Üçüncü bölümde, ‘Bu Kent Kimin?’: Yerli Kadınların Göç Anlatısı başlıklı makalede Duygu Altınoluk ve Tuğçe Berfim Tunç, Kilisli kadınların göçün etkisiyle kentsel mekanları kullanımlarının değişip değişmediğini Lefebvre’nin “kent hakkı”, Suriyelilere karşı kendilerini nasıl konumlandırdıklarını Bauman’ın “biz ve onlar” ve Derrida’nın “konuksev/er/mezlik” kavramlarını kullanarak araştırma sorularına cevap bulmaya çalışırlar.  Araştırmacılar bu makalede kentsel mekanların kullanımını toplumsal cinsiyet bağlamında feminist bir bakış açısıyla ele alırlar. Çalışmada yaşları 18-55 aralığında değişen 26 Kilisli kadınla yapılan görüşmelerden hareketle, Türkiye genelinde mültecilere karşı yükselen nefret söyleminin Kilisli kadınlarda da artarak devam ettiği, mağdur suçlayıcılığının yükseldiği sonucuna varmışlardır. 

“Peki Ya Ötekinin Hikayesi: Yansıtılanlar ile Yaşanılanlar” başlıklı son bölümde ise önceki bölümlerin tersine bu sefer Suriyelilerin sesine kulak verilir. Bu makalede Kilis Üniversitesindeki bir grup Suriyeli öğrenci ile yapılan odak grup görüşmeleri ile 12 Suriyeli esnafla yapılan derinlemesine görüşmelerden hareketle Suriyeliler hakkında doğru bilinen yanlışları görmeye çalışırlar. Kısacası bu çalışmada Suriyelilerin Kilis’teki ekonomik süreçlerdeki konumlarından, göçün Suriyelilerin aile yaşamına etkisine kadar birçok konuda mülteciler hakkında doğru bilinen yanlışları tespit etmeye odaklanırlar. 

Kilis’te yaşayan dört akademisyenin yaşadıkları kenti merak edip ortak kavram ve temalar çerçevesinde yaptıkları saha araştırmaları ve ortak metin okumalarının bir ürünü olan bu kitap, Kilis ili örneğinde hem Kilisli yerlilerin Suriyelilere bakış açısını hem de Kilis’te yaşayan Suriyeli sığınmacıların kendi aile yapılarının, ekonomik durumlarının, kültürel yapılarının göçle birlikte yaşadığı değişim ve dönüşümü anlamayı amaçlamıştır. Araştırmacılar göçmen ve yerlilerin karşılaşmalarının ve etkileşimlerinin çok boyutlu dinamiklerini anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Göçle birlikte Kilis’te hem yerlilerin hem de Suriyeli sığınmacıların dinamik karşılaşma ve etkileşimlerini, “biz ve onlar”, “konuksev/er/mezlik”, “kent hakkı”, “damga”, “dost-düşman” gibi kavramlar çerçevesinde okumaya çalışmaları, Pierre Bourdieu’nün, Kant’ın “görüsüz kavramlar boş, kavramsız görüler kördür” düşüncesine benzer bir şekilde, “araştırma pratiğinden yoksun kuramsal tartışmaların boş olduğu” iddiası çerçevesinden bakıldığında iyi bir çalışmanın ortaya çıktığını görmekteyiz. Kitapta, “bize düşen Kilislilerin kendi sesleri ile kendilerini ifade etmelerinin yolunu açmak” olarak ifade eden yazarların, bazı eksiklere rağmen, bu amaçlarını oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirdikleri söylenebilir.

Kilisli yerlilerin Suriyeli sığınmacılara bakış açısını ve Suriyeli sığınmacıların kendi seslerini dile getirebildikleri alan çalışmasından hareketle yazılan bu kitabın bana göre en büyük eksikliği metodolojik hatalardır. Bayram Koca’nın “’Kendi Şehrimizde Yabancı Hale Geldik’ Kilis’teki Suriyeliler Karşısında Yerliler” başlıklı makalesinde yerli halkın sorunlarını ve Suriyelilere bakış açılarını, Suriyelilerin de yerli halka bakış açısını öğrenmek için yerli ve Suriyeli iki grup öğrenci ile odak grup görüşmesi yapıp, buradan çıkan sonuçları genellemesi bana göre örneklem seçiminin dar olması açısından metodolojik bir yanlışa götürmüştür. Örneklemin normal halktan değil de üniversite öğrencilerinden seçilmesi, ki seçilen üniversite öğrencilerinin Kilisli olup olmadığını da bilmiyoruz ve onların Suriyeli sığınmacıları nasıl algıladıkları, Kilislilerin bakış açısını yansıtmaz. Bunun yerine, Kilislilerin Suriyelilere bakış açısını görmek ve kendi sorunlarını tespit etmek için esnaf ve sıradan halktan kişilerle yapılmış görüşmeleri analiz etmek daha isabetli olabilirdi.

Sonuç olarak farklı sosyal bilim dallarından dört akademisyenin bir araya gelerek, yaşadıkları kentin sorunları üzerine düşünmeleri, tartışmaları, okumaları ve yazmaları çok anlamlı ve değerli bir çalışma olmuştur. Farklı disiplinlerden gelerek, sahadan elde ettikleri verileri ortak kavramlar üzerinden okumaları, Türkiye’de genellikle ihmal edilen kuram ile saha verilerinin birbiriyle konuşması açısından değerli bir katkıdır.

 

[1] 2022 verilerine göre Kilis’te 91.147 geçici koruma kapsamında Suriyeli bulunuyor. Bu rakama Kilis’in 145.826 yerli nüfus eklendiğinde, 238 bin toplam nüfus karşımıza çıkmaktadır. Göçmenler Kilis toplam nüfusunun %38,5’ine tekabül etmektedir. Suriyelilerin göçünün başladığı ilk yıllarda göçmen nüfusun yerli nüfusu aştığı bir dönem olmuştur. Böylece Kilis, göçmen nüfusun yerli nüfusu aştığı dünyada ilk kent olma unvanını almıştır.

 

*Gani Aladağ: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde Sosyoloji Bölümünde doktora eğitimine devam edip, kent ve göç alanında çalışmalar yürütmektedir. Ayrıca İstanbul’da yaşayan Afgan göçmenlerle ilgili doktora çalışmasına devam etmektedir.