Rüzgâr Kapısını Kime Açar? Sergi ve Eşlik Eden Etkinlikler
Alçıtepe’de gerçekleşen üç günlük sergi ve program, yalnızca bir dizi sanat etkinliği değil; sanatsal pratiklerin, topluluk karşılaşmalarının ve algısal dönüşümlerin bir araya geldiği bir bütünlük olarak ortaya çıktı. Program, geleneksel bir sergiden ziyade, köylülerin, sanatçıların ve araştırmacıların yerinden edilme, hafıza ve aidiyet üzerine çok katmanlı konuşmalara girdiği bir karşılaşma mekânı olarak işledi.
Alçıtepe’de ortaya çıkan şey yalnızca bir sergi değil; evlerde, bedenlerde, toprakta ve aile anlatılarında sessizce taşınan tarihlerin geçici, kırılgan ama derinlikli bir yeniden canlanışıydı. Atölyeler, performanslar, yürüyüşler ve oyunlar boyunca her etkinlik, köy sakinlerinin kendi kopuş, yerleşme ve süreklilik soy kütüklerini yeniden fark edebileceği başka bir kapı açtı.
26 Haziran – Sergi Açılışı: Rüzgâr Kapısını Kime Açar?





26 Haziran akşamı Kirte Okulu bir eşik hâline geldi. Yaklaşık 150 köy sakini—kimi tereddütle, kimi torunlarının merakıyla—eski ilkokul binasına girerek çocukluklarının mekânının canlı bir sanat galerisine dönüştüğünü keşfetti.
Sergi, hem misafir sanatçı programının tamamlayıcı parçası hem de başlangıç noktası oldu. Her bir iş, yaşanmış hikâyeler ile güncel algılar arasındaki örülü bağı görünür kılarak köylülere kendilerini ve çevrelerini sanatın kırılgan merceğinden yeniden görme imkânı sundu.

Dilek Yaman — Cereyan / Guguk Kuşu
Yaman’ın fotoğraf dizileri Alçıtepe’nin dokularına ve yokluklarına dayanıyordu. Pek çok köylü, “Bu köşeleri unutmuşuz.” diyerek fotoğrafların karşısında uzun süre durdu. Terk edilmiş mekânlar, eğilmiş ağaçlar, aşınmış duvarlar ve küçük mimari izler, gündelik manzaranın aslında anlatılmamış katmanlar taşıdığını hatırlattı. “Ağaç bizim ağaç mı?” sorusu ise en çok tekrar eden soruydu.
Ferhat Tunç — Cartographic Soundings
Tunç’un deneysel haritalamaları ve ses temelli yerleştirmeleri, ziyaretçileri sınırlar, rotalar ve göçün duygusal coğrafyası üzerine düşünmeye davet etti. Kimileri bu haritalama diline hemen bağlanırken, kimileri işi “konuşulmayan ama hep bilinen yollar” olarak yorumladı. Savaş, zorunlu iskân ve tarımsal yaşamla şekillenmiş bir köyde bu sessiz yollar kendi hareket hikâyelerine yankılandı.
Zelikha Z. Shoja — Helva, The Last Mother, To Those That Remained
Shoja’nın işleri—Gel Benimle Helva Yap, The Last Mother ve To Those That Remained—ritüel, yas ve yerinden edilmenin kırılgan sürekliliklerini iç içe geçiriyor. Bölgedeki çatışmalar devam ederken gerçekleştirdiği helva performansında köylüleri ortak bir yas ritüeline davet ederek Alçıtepe’yi Afganistan, İran, Gazze ve Çanakkale ile beklenmedik bir ortak duygulanım düzleminde buluşturdu.
The Last Mother, bir aile yorganını sıkışmış bir göç rotaları haritasına dönüştürerek tekstillerin zorunlu göçlerde hafıza taşıyıcılarına dönüşme hâlini görünür kılıyor. To Those That Remained ise Hilal-i Ahmer I. Dünya Savaşı hastane müzesinin görüntülerini katmanlı kumaş yüzeylere taşıyarak parçalanmış bedenler, jestler ve tarihsel yaraların bugüne sızma biçimlerini açığa çıkarıyor. Shoja, hafızayı anlatı olarak değil; dokunuş, tat ve nefes olarak etkinleştiriyor.
Büşra Aydagün — Geri Dönenler
Aydagün’ün video denemesi, Bulgaristan–Romanya sınırından gelen göç yollarını ve bu yolculuktan taşınan sembolleri takip ediyor. Alçıtepe’ye Bulgaristan, Romanya veya Trakya’dan gelmiş ailelerin çocukları videoyu izlerken duygusal tepkiler verdi. “Annem buraya böyle gelmişti.” diyen köylüler, miras aldıkları hikâyeleri ilk kez berrak bir görüntüyle ilişkilendirdiklerini söylediler.
Meli R. Öztürk — Cultural Return / Kültürel İade
Öztürk’ün araştırma temelli masa oyunu sergiye beklenmedik bir katman ekledi. Sömürgecilik, savaş ve ticaretle yerinden edilmiş kültürel eserlerin iadesine dair sorular üzerinden kurgulanan oyun, her yaştan köylünün adalet, kültürel kayıp ve tarihsel haksızlıklar üzerine tartışmasına alan açtı. Oyun, mikro-politik bir laboratuvara dönüştü.
Açılışın Duygusal Atmosferi
Açılış akşamı, kolektif bir duygusal kırılma anına dönüştü. Sanatçılar, köylüler ve araştırmacılar kendilerini ağlamanın eşiğinde ya da içinde buldu. Katılımcılardan biri şöyle dedi:
“Bu, toplu bir iyileşmenin bir adımıydı.”
Sergi, köylülerin yıllardır konuşmadıkları kayıplarıyla yüzleşebilecekleri bir alan açtı. Aynı zamanda bugün yaşayan Suriyeli ve Afgan göçmenlere dair algılarında da küçük ama önemli kırılmalar yarattı.
28 Haziran – Kapanış Etkinlikleri: Beden, Oyun, Ses ve Performans
Müzik Buluşması



(Udi Halil Demirel & Neyzen Cengizhan)
Müzik mesafeyi eritti. Önce mırıldanmalar duyuldu, ardından ortak bir söyleyişe dönüştü. Bazı yaşlılar melodilerin “geldikleri yerleri” hatırlattığını söyledi. Müzik, aidiyetin çoğu zaman dilden ve ulusal sınırdan daha dirençli olduğunu açığa çıkardı.
Performans: displaced
(Ertürk Erkek & Ezgi Adanç)
displaced performansı, programın temalarını bedensel bir anlatıya dönüştürdü. Performansın dili—büyük ölçüde artık İstanbul’da pek duyulmayan Ermenice—seyircileri önce tedirgin etti. Ancak bu dilsel yerinden edilme hissi, yorumlama alanını genişletti: köylüler anlamı kelimelerde değil, harekette, ritimde ve nefeste buldu.
Seyircilerin yorumlarından bazıları:
— Çocuklar, dansçıların “mayın tarlasında yürüdüğünü” söyledi.
— Yetişkinler, hareketleri “sınır geçişi” olarak yorumladı.
— Çantalarda ne taşıdıkları sorulduğunda cevaplar şunlardı: “Fotoğraf”, “yorgan”, “para”, “arkada bırakamadığımız her şey.”






