Skip to content
  • GAR
    • Hakkımızda
    • Yönetim
    • Faaliyet Raporları
    • Üyeler
    • Ekibimiz
    • Tüzük
    • Politika Belgeleri
  • Duyurular
  • Yayınlar
    • Açıklamalar
    • Okuma Listeleri
    • GarBlog
    • Bültenler
    • Kitaplar
    • GAR Youtube
    • GAR Podcast
  • GAR Akademi
    • Eğitimler
    • GarEP
      • 2003 Güz Dönemi – 2024 Kış Dönemi
      • 2023 Bahar Dönemi
      • 2022 Güz Dönemi
      • 2022 Bahar Dönemi
      • 2021 Güz Dönemi
      • 2021 Bahar Dönemi
    • Yaz Okulları
  • Etkinlikler
    • Atölye ve Konferanslar
    • Güncel Göç Seminerleri
    • EGEHUB
  • Araştırmalar
  • İletişim
logo5

Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler – IV

Göç Araştırmaları Derneği (GAR) olarak, göç çalışmalarına sanatın penceresinden bakarak farklı bir perspektif ve yeni ilhamlar sunmayı amaçlayan söyleşi dizimize devam ediyoruz.* Bu söyleşilerle, sanatın göç deneyimleriyle nasıl kesiştiğini, dayanışmayı nasıl mümkün kıldığını ve birlikte yaşam için nasıl yaratıcı alanlar açtığını araştırıyoruz. Söyleşilerimizi Bediz Yılmaz gerçekleştiriyor.

Dördüncü konuğumuz Beril Sönmez.

Mülteciyim Hemşerim’den Anadolu Kültür’e: Göç, Sanat ve Birlikte Yaşamın İnşası – Beril Sönmez ile söyleşi

Sanat, göç ve aktivizmin kesişiminde uzun yıllardır çalışan Beril Sönmez ile, Türkiye’deki göçmenlik ve mültecilik deneyimlerini konuştuk. Sönmez; gönüllü olarak yer aldığı mahalle temelli Mülteciyim Hemşerim Dayanışma Ağı’ndan, Anadolu Kültür çatısı altında yürüttüğü uluslararası projelere uzanan bir perspektifle, sanatın sadece bir “araç” değil, toplumsal dönüşümde kurucu bir kuvvet olduğunu anlatıyor. Dahil olduğu projelerden hareketle, sanat kurumlarının kapsayıcılığı ana akımlaştırma zorunluluğundan mülteci sanatçıların görünürlük mücadelesine, çokdilliliğin öneminden hak temelli bir kültür alanı inşa etmenin zorluklarına ve bu süreçte sebat etmenin gerekliliğine kadar pek çok konuyu tartışıyoruz.

Söyleşi: Bediz Yılmaz

berildonmez

 

Bediz Yılmaz: Anadolu Kültür’ün çalışmalarında, göç ile ilgili olanlarda da sanat hep var. Sen de hem orada uzun zamandır çalışıyorsun hem de kendin göç ve sanat odaklı çalışmalarda yer almış birisin. Belki kendinden bahsederek başlayabilirsin.

Beril Sönmez: Bu davet için öncelikle teşekkür ederim. Göç ve sanat temasının benim hayatımdaki ilişkisi üç ana boyutta şekilleniyor: Birincisi, akademik çalışmalarım; ikincisi, kurucularından olduğum, mahalle temelli aktivist bir örgütlenme olan Mülteciyim Hemşerim Dayanışma Ağı’ndaki gönüllü çalışmalarım; üçüncüsü ise Anadolu Kültür’deki işlerim. 2017’de Anadolu Kültür’le çalışmaya başladıktan sonra bu üç alan birbiriyle daha da kaynaştı.

Aslında her şey yüksek lisans tezimle başladı. Kamusal alanda sanatın, kent sakinleri ve dezavantajlı topluluklar arasında karşılaşmayı ve katılımı ne kadar davetkâr bir şekilde sağlayabileceğine odaklanmıştım. Boğaziçi Üniversitesi “Eleştirel ve Kültürel Çalışmalar Yüksek Lisans Programı”nda 2003-2006 arası dönemde, göçle gelenlerin kentle kurduğu ilişki ve sanat kesişimi üzerine kafa yormak benim için kilit noktaydı. Müze ve galeri gibi kurumsallaşmış sanat mekânlarına erişimi olmayan gruplar için, kamusal alanda sanat, farklılıkların bir araya gelebileceği temel bir araçtı. Sanatın; insana dair olanı, farklı deneyimleri temsil etme, hafıza taşıyıcısı olma ve yeni bir gelecek kurma gücü, benim için her zaman çok boyutlu karşılaşmalara alan açtı.

Daha sonra Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde 7 sene kadar süren araştırma görevliliğim sırasında, santralistanbul kampüsünün çevresindeki zorunlu göçle oluşmuş mahallelerle kurduğu ilişkiyi inceledik. Kent içinde “ötekileştirilmiş” toplulukların yaşadığı bu mahallelerde, santralistanbul’un sunduğu kültür, sanat ve eğitim olanaklarının ne kadar erişilebilir olduğu sorusuna odaklanmıştık. Lüks mekânların hâkim olduğu bir ortamda, aktif dönüşümler olmadan karşılaşmanın ve katılımın ne kadar mümkün olacağını sorguluyorduk.

Kentsel dönüşümün kent çeperlerindeki “riskli” mahallelerde yerinden etmeyi hızlandırdığı, Suriyelilerin de yerleştiği bu dönemde, doktora çalışmam beni göçmen/mülteci olanlarla olmayanların dayanışma ağlarını incelemeye yöneltti. Odak noktam, yapıcı ve dönüştürücü süreçlerle nasıl dayanışma kurulabileceğiydi. Kentteki ortak mesele, yani Tarlabaşı veya Fikirtepe’deki dönüşüm vahşeti, beni kendine çekti. Yerinden edilme tehdidi, mülteci olanla olmayanın ortak derdi haline gelmişti ve bu zaten yan yana gelişlere zemin hazırlıyordu.

Tarlabaşı’nda Göçmen Dayanışma Ağı ve Mutfak vardı. Ben Tarlabaşı’ndan başka hangi mahallelerde çalışabilirim diye düşünürken, Bir Umut’un [https://www.birumut.org/] içindeki mahalle derneklerinin harekete geçmesiyle, ve o sırada bu dertlerle hemhal olan çok çeşitli kesimlerden gönüllülerin de dahil olmasıyla, 2015 yılında Mülteciyim Hemşerim Dayanışma Ağı’nı kurduk

Mülteciyim Hemşerim Dayanışma Ağı, kentsel dönüşümle mücadele eden 4-5 mahalle derneğinin, mahalleye çok fazla göçmen gelmesi üzerine “Birlikte bir şeyler yapmalıyız” çağrısıyla doğdu. Şehir plancıları, sosyologlar, mimarlar ve sanatçılar gibi çeşitli alanlardan gelen aktivistler olarak, biz insani yardımın hiyerarşik veren-alan ilişkisini dertli bularak, eşitlik temelinde bir ilişki kurmaya giriştik.

Yarımburgaz, Bayramtepe, Şahintepe ve Okmeydanı gibi mahallelerde her hafta sonu sahada yer alıyorduk. UNICEF logolu jeeplerle yapılan ve bazı evlere verilen, bazılarına verilmeyen insani yardım operasyonlarının, mahalledeki komşuluk ve ortaklaşma deneyimine nasıl zarar verdiğini görüyorduk. Bu durum, “Mülteciler destek alıyor, biz almıyoruz” söylemini besliyordu. Biz de bu söylemle mücadele etmek için, özellikle çocuk ve gençlerle, mahalle keşif yürüyüşleri ve sanat odaklı çalışmalar inşa ettik. Bu çalışmalar, ayrıştırıcı ve ırkçı medyayla mücadele edecek başka deneyimleri ön plana çıkarmayı hedefliyordu.

Hayatımda en çok öğrendiğim ve beni dönüştüren bu deneyimde, Mahalle Dernekleri’nin başlattığı örgütlenme hattına biz eşlik ettik. Okmeydanı’ndaki Kadın Kadına Mülteci Mutfağı gibi deneyimler de bu sürecin önemli çıktıları oldu. Amacımız, kent çeperlerinde mülteci olanla olmayanın buluşma, dayanışma ve yan yana gelme imkanlarına eşlik etmekti.

Mülteciyim Hemşerim Dayanışma Ağı’nı bağımsız inisiyatif olarak düşünürsek gerçekten her mahallede farklı şeyler yaptık, çünkü her mahalleden talep de çok farklı geliyordu, dinamikler de farklıydı. Ama temelde sanatsal ifade odaklı ilerliyorduk ya da herkesin dahil olabilmesine açık “yaratıcı ifade alanları”nı genişletmeye çalışıyorduk.

Biz Mülteciyim Hemşerim Dayanışma Ağı (MHDA) olarak, sanatın kurumsal, hiyerarşik yapısına girmemeyi tercih ettik. Bunun yerine, yaratıcı ifade alanları yoluyla ortak ve adil bir yaşam inşa etmeye odaklandık. Çalışmalarımızda, yapılanların sadece “hobi” olarak nitelendirilmesine karşı duran güçlü bir teorik altyapımız vardı. İçimizde hem sanatçılar hem de amatör yaklaşımla çalışan gönüllüler vardı ve biz bu ayrımı gözetmeden, mülteciler, çocuklar, gençler ve yetişkinlerle sanatsal üretimler yaptık.

Aşure günleri, mahalle ve uçurtma şenlikleri, çizim ve ses atölyeleri düzenledik. Bunun yanı sıra, kentsel dönüşümle mücadele için dilekçe toplama gibi ortak buluşmalarımız da oldu. Mahalleye kalıcı bir iz bırakmak adına, sıkıştırma topraktan tribünler yaparak kolektif bir mekânsal müdahale gerçekleştirdik. Mahalle gençlerinin talebiyle, toprak sahadaki futbolu mülteci olan ve olmayanların bir arada oynadığı “Gazozuna Turnuva”ya çevirdik. Amacımız, bu ortak eylemin ve ifadenin kendisinde yaratıcı ve dönüştürücü olanı bulmak, hakiki bir tanışma imkanı açmak ve birlikte direnmenin yollarını örmekti.

BY: Bunlar başı sonu belli projeler, fonlar filan değil, sanıyorum. Dayanışma odağı çok kuvvetli olan bir şey burada söz konusu olan.

BS: Tamamen gönüllülükle başladı ve öyle de sürdü. MHDA, 2015-2018 yılları arasında hiçbir fon almadı. Yapımız, buluşma, karşılaşma ve birlikte üretme üzerine kuruluydu. Çalışmalarımız iki ayaklıydı: Her hafta sonu mahallelerdeydik ve hafta içi bir akşam da şehir merkezinde, Bir Umut’un çatısı altında herkese açık toplantılar yapıyorduk.

MHDA’nın güçlü yanı, mahalle derneklerinin davetiyle ortaya çıkmasıydı. Biz “gidelim de bakalım mültecilerin neye ihtiyacı var” diyen bir ekip değildik. Mahalle derneklerinin hak temelli düşünme yapısından doğan, “Mahalleye mülteciler geldi, şimdi ne yapıyoruz?” çağrısıyla kurulduk. İsmimizi de bu gerçekten alıyorduk: “Hemşerilik hukukuyla kentte mülteci olmayı birleştiren” bir yerden hareketle, aynı sınırlar içinde yaşayan insanların katılım ve hizmetlere erişim hakkına yaslandık: hemşehri olma, mekanı paylaşma, birlikte mekan, yer kurma meselesine odaklandık.

Bu süreçte, mahallelerde örmeye çalıştığımız bağlara katkı sağlamak isteyen çok çeşitli sanat inisiyatifleri ve aktivist oluşumlar bizi buldu. Herkes İçin Mimarlık, çocuklarla kolilerle ev kurma, yani “place-making” diyebileceğimiz atölyeleri yaptı; Çağdaş Drama Derneği ise zamanla MHDA’nın aktif bir parçasına dönüştü.

Ancak sahada uzun süre vakit geçirdikçe, dilin bizi hapsettiği “mülteciler” kategorisinin ne kadar yetersiz kaldığını gördük. Türkiyeliler ve Suriyeliler arasındaki dinamikler dışında, mahalle içinde bile farklı ülkelerden gelenler, Kürtçe ya da Arapça konuşanlar, farklı kıraathanelerde oturanlar gibi pek çok ayrışma hattı vardı. Vatandaşlık, dil, inanç ve gündelik pratikler gibi birçok kesişim kümesi ilişkiyi belirliyordu.

Bu çok katmanlı yapıyı gördükçe, aradaki köprüleri kurmak için daha soyut, daha deneyimsel ve dönüştürücü bir alan olarak sanatsal ifadeye daha fazla ağırlık vermeye başladık. Panel ve bilgilendirmeler yapsak da, sanatın iyileştirici gücü kilit rol oynuyordu. 2015-2016 yıllarında, Suriyeli çocuk ve gençlerin eğitime erişimi için büyük mücadeleler verirken, çocuk işçiliğinin yaygın olduğu mahallelerde bu travmatik deneyimlerle başa çıkmada sanatsal ifade imkanları kritikti.

Hafta içi ağır koşullarda çalışan çocuklar, hafta sonu derneklere koşarak geliyor, atölyelerde deneyimlerini paylaşıyorlardı. Çalışma güzergahlarını haritalama, ses kayıtları alma gibi çalışmalarla onların anlatılarını görünür kılıyorduk. Sanat, bir yandan travmatik olanla ilişki kurmada dayanıklılığı artırırken, diğer yandan da o “farklı olanla” yan yana gelme ve bağ kurma ayağını güçlendiriyordu.

“Bir müzik atölyesi var bu haftasonu” dediğimizde herkese açık bir alan kuruyor, tüm programı çok dilli hazırlıyorduk. “Mültecilere Türkçe dersi” açmakla, “Müzik atölyesi” açmak arasında katılım kitlesi açısından büyük farklar olduğunu birebir deneyimledik. Mahalle sakinlerinin “Aa mültecilerin geldiği dernek burası” söylemiyle karşılaştığımızda, hemen taktik değiştirip, buranın sadece mültecilere ait bir yer olmadığını deneyimletmek için sürekli çalıştık. Mahalle şenlikleri ve futbol turnuvaları gibi etkinlikler bu birlikteliği artırmada en etkili araçlar oldu. Üç yılı aşkın bu süreçte, sektörleşmiş sivil toplumun yardım dağıtma biçimlerinin aksine, biz her an kendimizi sorgulayarak eşit ilişki dengesini kurmaya çalıştık; dönüştürücü olan da tam olarak buydu. 2018 civarında, mahalle derneklerindeki yoğunluk nedeniyle, merkezdeki toplantıları mahallelere taşımayı denedik. Ancak eşit ilişki dengesini koruyarak bu tempoyu sürdürmek kolay değildi; sürekli kendini sorgulayan bir emek gerektiriyordu.

BY: Ama burada bir yandan hep sanatın ne kadar işlevsel olduğunun farkında olduğunuzu da anlıyorum.

BS: Evet, ancak bu işlevsellik meselesi bazen akla takılıyor. Anadolu Kültür’deki tartışmalarımızda da sanatı araçsallaştırmadan toplumsal diyalog, müzakere ve dönüşüm yaratmayı nasıl başarırız diye düşünüyoruz. Benim sorumlu olduğum, “Socially Engaged Arts” olarak ifade edilen, topluluğun sanatsal üretime katılımını esas alan çalışmalarda, sanatın “işlevi”nden çok, bizzat kendisinin bir kuvvet olarak etkisine odaklanıyoruz.

Şöyle ki: Bir resim atölyesinin “şöyle bir işlevi olur” diye kurgulanması yerine, çizim yapabilme eyleminin kendisi —özellikle güvenli bir alanda ve düzenli olarak yapılıyorsa— yerelde küçük de olsa yapısal bir dönüşüme yol açıyor. Bu yaratıcı eyleme hali, işlevsellikle anlatılamayacak bir şey hasıl ediyor. Sanatın, deneyimi ve üretiminin, “araç” kelimesinin çağrıştırdıklarının dışına taşan, daha güçlü bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Söz konusu olan, sanattan “yardım almak” değil; o bireysel veya kolektif ifadenin açtığı alanın kendisinin dönüştürücü olması.

BY: Biz bunu Hatay’da da çok hissettik. Bir noktada çaresiz kalıyorsun, bir şey yapmaya çalışıyorsun ama tam ulaşamıyorsun. Orada sanat bir sürü şeyi kolaylaştırabiliyor. Maya Derneği’nin deneyiminde ilk başta sezgisel olarak başlamış bu…

BS: Evet, kesinlikle. Anadolu Kültür, Suriye iç savaşıyla başlayan sınıraşırı göç meselesine odaklanan bir dizi proje yürüttü ve Maya Derneği ile de çok güzel işler ürettik. Anadolu Kültür’ün çalışmalarının temelinde, kültürel diyalog kavramları ile toplumsal ayrımcılık ve ön yargılarla mücadelede kültür ve sanatın dönüştürücü gücü inancı yatıyor. Ermenistan – Türkiye diyalog çalışmalarından gençlerin bir araya geldiği BAK Projesi’ne kadar, sesi duyulmayanın sesini duyurma yolunda sanat ve kültürel üretimler ortak zemin oluşturuyor.

Bu tecrübe ve ağlar üzerine inşa edilen “Hep Beraber Projesi” de böyle doğdu. Amaç, Suriye’den gelen yeni nüfusun toplumsal hayata eşit katılımı için ne yapılabileceğiydi. Almanya’nın da benzer göç dinamikleriyle tecrübesi olduğu için, Stiftung Mercator desteğiyle yürütülen bu proje, iki ülkeden sivil aktörlerin ve kültür sanat kurumlarının alternatif, sanatsal pedagojik yaklaşımlarla ortak içerikler üretmesini ve böylece kapsayıcı toplumsal hayatın inşasına katkı sunmasını sağlamaya odaklandı.

 

hepberaber

HEP BERABER II, Çokdilli Hikaye Anlatıcılığı Eğitmen Eğitimi, Mersin, 2022.

Anadolu Kültür’ün Suriye göçü odaklı projelerin dışında da göç temasını sanat aracılığıyla ele alan pek çok çalışması mevcut. Örneğin BAK Projesi (Hatırlamak ve Anlamak için Şehre BAK) bunun önemli bir örneği. Proje, ilk olarak İzmir ve Diyarbakır şehirlerine odaklandı, sonradan başka şehirlere yayıldı.

BAK Projesi, Türkiye’deki etnik kimlik temelli ayrımcılık ve nefret söyleminin aşılması amacıyla, farklı coğrafyalarda ve farklı koşullarda yaşayan gençlerin fotoğraf sanatı üzerinden kendilerini ifade etmelerini sağladı. Beş yıl boyunca farklı katılımcılarla süren bu çalışma, sanatsal üretimi ana hat olarak belirlemesi sayesinde anlamlı bir ilerleme kaydetti.

Bu projede ele alınan konu, aslında Türkiye’nin zorunlu iç göç meselesiyle yakından ilgili: Kimlikler, dil, etnisite ve Kürt kimliğinin karşılaştığı baskılar. Egemen kültürün söylemlerini benimseme riski taşıyan gençlerle çalışıldığında ve onlara bu söylemin dışına çıkacak bir karşılaşma deneyimi sunulduğunda, bağ kurulması ve birbirini anlama alanı açılmış oluyor.

İzmir’den Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan İzmir’e yapılan seyahatler, günlerce süren atölyeler ve uzaktan devam eden ortak üretimlerle proje, adeta birlikte yaşama pratiğine dönüşüyor. Projenin uzun ismi olan “Hatırlamak ve Anlamak için Şehre BAK” tam da bu amacı yansıtıyor. Şehre bakarak, kendine ve “ötekine” bakarak, deneyimlerin eşitsizliğini, katmanlarını ve çoğulluğunu birlikte hissetmek ve kavramak hedefleniyor. Sanatsal üretimin yanı sıra, mekan, göç, yerinden edilme ve kimlik gibi kavramlar da teorik tartışmalarla destekleniyor.

kulturvesanat

“Kültür ve Sanatı Paylaşarak 20 Yıl: Anadolu Kültür Söyleşileri” başlıklı söyleşi dizisi kapsamında “Çeşitlilik – Hayal Gücü – Birlikte Yaşam. Kapsayıcı Ortak Zeminlerde Sanatla Öğrenme ve Kolektif Üretim” Söyleşisi. 1 Aralık 2022, Depo. Moderatörler: Beril Sönmez, Ekin Su Birinci / Konuşmacılar: Nil Delahaye (BoMoVu), Kemal Vural Tarlan (Kırkayak Kültür Derneği), Dr. Müge Ayan (Talebeyiz.biz), Didem Danış (Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji)

 

BY: Şu ana kadar birlikte yaşamanın yollarını dert edinip sanatı bunun aracısı olarak düşünüp buna odaklanarak çalışılmasından bahsettik. Bununla, göçmen sanatçıların sanat alanında kendine yer bulabilmesi iki ayrı konu gibi düşünülebilir ama bu ikisi aslında çok bağlantılı gibi. Kurumlar sanatı birlikte yaşam inşasında kullansa dahi göçmen sanatçılar çok izole kalabiliyor. Tüm bunları düşündüğümüzde, Anadolu Kültür özgün bir iş yapıyor diyebiliriz.

 

BS: Evet, bu konuyu birkaç açıdan ele almak mümkün. Anadolu Kültür, daha 2015-2017 döneminde, Osman Kavala’nın öncülüğünde, Suriye’den gelen sanatçı, gazeteci, mimar ve kültürel miras uzmanlarını bir araya getiren düzenli tartışma çemberleri oluşturuyordu. Ben Anadolu Kültür’de 2017 başında çalışmaya başladım; 2016’da başlatılan projelerin bir kısmını da devraldım. Hep Beraber Projesi’nin koordinatörü olarak çalışıyordum. Bu enformel buluşmalar devam ediyordu. Aynı dönemde, Kadıköy’deki Art-Here gibi oluşumlar da kritik bir rol üstleniyordu. Art-Here, neredeyse 10 yıldır Kadıköy’de göçmen ve mülteci sanatçıların üretim yaptığı bir dayanışma alanı olarak varlığını sürdürüyor.

Bizim Anadolu Kültür çatısı altında yaptığımız çalışmalardan biri “Humus Sedası” projesiydi. [https://www.depoistanbul.net/event/humus-sedasi/]. Aslında birkaç şehre odaklanması planlanan bu büyük proje ile sadece Humus şehrini merkeze alabildik. Humus’un yetiştirdiği ve kültürel alanlarda çalışmış olan, bir kısmı Türkiye’de bir kısmı yurt dışında yaşayan sanatçıları buluşturduk.

 

Nashwa Hamdoun’un büyük emeğiyle ortaya çıkan bu çalışma, bir bellek çalışması, bir web sitesi ve Depo’da açılan bir sergi olarak hayata geçti. Amacımız, Suriye’nin bu kadim şehrindeki sanat üretimini savaş öncesi dönemi sorgulayarak hatırlatmak, unutturmamak ve Humuslu sanatçılar ağının yeniden canlanmasını sağlamaktı. Bu, göçmen sanatçıların kendi kültürel hafızalarını korumalarına ve sanatsal alanda var olmalarına doğrudan katkı sunan bir projeydi.

humussedasi humussedasi2

“Humus Sedası” sergi ve açılış gününden kareler [https://sweethoms.com/tr/blog/posts/photos-of-opening-day]

O dönem bir araya gelen sanatçıların ve entelektüellerin birçoğu ne yazık ki şu anda Türkiye’den ayrılmış durumda. Bu göçün yarattığı kopuklukla mücadele etmek adına, sanatçıların bir araya gelme imkanlarını kolaylaştırmak için Cezayir’de bir dizi buluşma gerçekleştirdik.

Ayrıca, kültürel miras ve sanat üzerinden, çocuk kitapları ve oyunları üretimi alanında o dönemde eşi olmayan bir çalışma yaptık. Savaşla yıkıma uğrayan Suriye’deki kültürel mirası konu alan, Arapça ve Türkçe iki dilli çocuk kitapları hazırladık. Bu kitaplar, sadece çocuklarda değil, ebeveynlerde de büyük bir etki yarattı. Bu tür içerikler ve ödül alan animasyon filmler, Türkiye’de yeni yeni gündeme gelen sosyal uyum söylemi ve kapsayıcı içeriklerin geliştirilmesi konusunda çeşitli kurumlarda kullanıldı. Filistin’den, İran’dan veya Suriye’den gelen göçmen sanatçılarla sayısız çalışma, toplantı ve panel yapmaya devam ettik.

Anadolu Kültür’ün 2008’den bu yana Tophane’de bulunan sanat ve tartışma alanı Depo da bu karşılaşmaların merkezidir. Depo, kendine yerleşik sanat sektöründe yer bulamayanlara alan açarak, hem sergilere hem de eleştirel konuşma serilerine ev sahipliği yapıyor. Örneğin, Depo inisiyatifi olan Red Thread‘in son sayısını Göç ve Hafıza temalarına odakladık. Filistin filmleri gösterimleri ve Saturdox programları da buna başka örneklerdir. Saturdox, özellikle savaş nedenli yerinden edilmelerin öznelerinin ürettiği belgesel ve filmlere yer vererek, sınıraşırı göçle gelmiş Arapça konuşan çok sayıda kişiyi buluşturdu.

Depo’da süren güncel sergiler de bu temaları koruyor; mesela Mayıs 2025’de yerinden edilme ve ev kavramı üzerine bir sergi vardı: [https://www.depoistanbul.net/event/waseem-ahmad-siddiqui-simdi-evinizde-kalabilir-miyim/].

Amacımız, Depo’nun sanatsal ve entelektüel bir karşılaşma alanı olmaya devam etmesi. “Suriye’den gelen bütün entelektüeller ve sanatçılar Avrupa’ya gitti” söylemiyle mücadele ederek, hala burada olan, üniversite okuyan ve sanatla ilgili alanlarda kendini geliştiren çok sayıda üretici ve entelektüelin katılımına ve üretimine alan açmayı sürdüreceğiz.

BY: Depo ya da Anadolu Kültür bu alanı açtığında sanat dünyasında aktif olan kişiler de geliyor mu, izliyor mu? Serginin teması veya sanatçının işleriyle de ilişkilidir muhakkak ama Türkiyeli bir sanatçının sergisine kıyasla mesela Suriyeli bir sanatçının sergisi nasıl alımlanıyor?

BS: Çok önemli bir soru. Sanatçının işlerinden bağımsız olarak, ister istemez bir fark oluşuyor. Kente yerleşen ve benzer dilden gelen insanlar doğal olarak kendi topluluklarını kuruyorlar. Dolayısıyla, bir mülteci sanatçının sergisini, o topluluk daha fazla duyduğu için, daha çok kişi geliyor ve ilgi gösteriyor.

Anadolu Kültür olarak önümüzdeki yıllardaki hedefimiz, bu durumu aşarak kapsayıcılığı anaakımlaştırmak. Yani, mülteci izleyici veya sanatçıların az olmasını, sadece onlara odaklı sergilerde kalmasını aşmak. Hak temelli, eşitlikçi bir kültür alanı inşa edeceksek, tüm faaliyetlerin ve sergilerin çok dilli, ulaşılabilir ve erişilebilir olmasını sağlamalıyız.

Göç, yerinden edilme ve yer kurma pratiklerinin sürekli devam ettiği bir çağda yaşıyoruz. İç göç devam ediyor, iklim krizi ve afetler nedeniyle de sürecek. Bu nedenle, kültür sanat üretimi, izlenmesi ve kültürel üretime katılım açısından göçle gelenlerin ve yoksullaştırılan kesimlerin daha rahat erişebileceği kamusal alanlar üretmeyi hedeflemeliyiz.

Artık “göçmen ve mültecilerle ilgili programlar yapmak” söylemi yerine, bütün kurumların kendi faaliyet alanlarında göçmen ve mülteci derneklerini, sanat oluşumlarını ve bireyleri nasıl dahil edebileceğini konuşmaya çalışıyoruz. Mesela, VAHA Projesi’nde Gaziantep’teki Douzan Art ve Noun Art gibi oluşumlar doğrudan katılımcı oldu. [https://vahahubs.org/hubs/cultural-harmony]

Anadolu Kültür’ün “Kültür için Alan” programı da, çok sayıda kültür oluşumuna yer vermesi açısından önemli bir adımdı. Örneğin, Hep Beraber projesinin ilk taslakları entegrasyon kavramı üzerine kurulmaya çalışılmıştı. Biz ise bu terminolojiyi sosyal uyuma, oradan da kapsayıcılığa taşımak için büyük çaba gösterdik. Hatta, bir değişim projesi olmasına rağmen, mülteci katılımcıların Almanya’ya seyahat edememesi gibi yapısal engellerle dahi mücadele ettik. AB ve BM destekli projelerde bu tutarsızlıkları sürekli dile getirmek ve aşmanın yollarını aramak zorundayız. Anaakımlaştırma konusunda daha çok yolumuz var.

Türkiye’deki yerleşik sanat kurumlarının ne kadar kapsayıcı olabildiğini, dilsel çeşitliliğe ne kadar alan açabildiğini sorgulamak gerekiyor. Gençlere veya mültecilere bilet kotası vermek, fiziksel çeşitliliği gözeten çalışmalar yapmak ilk ve olumlu adımlar olsa da, çok daha ötesine geçmeliyiz.

2015’lerde, Mülteciyim Hemşerim döneminde, çocukların sergi alanlarına erişimi için İKSV ile iletişime geçip minibüslerle çocukları taşımıştık. Bilet kotaları gibi olumlu gelişmeler olsa da, önemli olan öznelerin ne kadar ve nasıl dahil olduğu sorusu. Kurumların mültecileri ne kadar istihdam edebildiği ve STÖ’lerin mültecilerin çalışma izinlerine dair mücadeleye ne kadar dahil olduğu kritik konular.

Mülteci bir sanatçının sergisine kimlerin geldiği de çok önemli. Maalesef “göçmen sanatçı” diye bir kategori oluştuğunda bu, olumlu görülse de, Türkiyeli izleyicide “Ne güzel, mülteciler için işler yapıyorlar” gibi bir algıyla kalabiliyor. İzleyici, orayı kendi gideceği, kendi öğreneceği bir alan olarak görmüyor. Hala bir hiyerarşik bakış açısı ve ön kabuller işliyor; altta yatan bir ayrımcılık meselesi var. Bunu aşmak için çok ısrarlı bir şekilde kendi üstümüze çalışmamız gerekiyor.

VAHA Projesi kapsamında Urbankoop ile mülteci sanatçıların kurduğu Hubban gibi ağlar değerli çalışmalar yapıyor, ancak bu ağlar da dil bariyeri gibi nedenlerle içine kapanık kalabiliyor. İngilizce ve Arapça konuşan bir komünite ile Türkiyeli komünite arasındaki geçişlilik için ne gerekiyor? Bir taraf kimlik kartı gibi yaşamsal sorunlarla mücadele ederken, sadece sanatsal üretim üzerinden ilişki kurmak uzun süreli birliktelikler yaratmıyor. Daha hakiki bir ilişki kurmak için, sadece sanatçı olarak değil, aynı kentin hemşerileri olarak, ortak haklar için mücadele edenler olarak da ilişkilenmek gerekiyor.

hubban

https://vahahubs.org/hubs/hubban

Önümüzde hâlâ uzun ve zor bir yol var. Özellikle Türkiye’de “yeni rejim inşası” süreciyle Suriyelilerin geri dönüşü yeniden gündemde. Göç İdaresi verilerine göre, geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı son 1,5 yılda çok ciddi bir düşüşle 2.600.000’e kadar inmiş olsa da, göç hareketlerinin doğası gereği geri dönüş oranının %35-40’ı genellikle geçmediği biliniyor. Dolayısıyla, burada doğmuş olan ve yaşamaya devam edecek olan yaklaşık 2 milyon Suriyeli ile birlikte yaşayacağımız bir gerçek.

Bahsettiğimiz nüfus sadece Suriyelilerden de ibaret değil. Örneğin, “Değişim İçin Birlikte” projesi kapsamında Mersin’e gittiğimizde, Rus, İran, Afgan ve Özbek nüfusun çok büyük bir çoğulculuk yarattığını gördük. Artvin’de ise Gürcü nüfus çok fazla.

Uluslararası hibelerin Suriye göçüne odaklanması, sivil alanda mülteci hakları, çocuk güvenliği gibi konularda bir okur-yazarlık yaratmış olsa da, bu odaklanma başka sorunları beraberinde getirdi. İnsani yardım fonlarının Suriyelilere odaklı olması, alanda çalışanların Afgan nüfusa destek veremeyeceklerini açıkça belirtmelerine yol açtı. Bu durum, siyasi söylemlerle yaratılan kutuplaşmayı körükledi ve ayrımcı dili pekiştirdi.

Biz, HEP BERABER projesinde bu durumu aşmak için meseleye daha genel bir çerçeveden bakarak, kültürel ve dilsel çoğulculuk temalarını öne çıkardık. “Öğrenme Alanlarında Çok Dilli Çalışmak” gibi kitapçıklar çıkararak, sadece Suriyeli göçmenlerin dahil edilmesine odaklanmak yerine, çok dilli çalışmanın neden bir kazanım olduğuna odaklandık.

Amacımız, bu içeriğin sanat kurumlarından öğretmenlere ve STK’lara kadar her türlü inisiyatife fayda sağlamasıydı. Çünkü bugün Arapça ise, yarın başka bir dil olacak. Kendi dillerimizle bile (Kürtçe, Lazca, Hemşince, Gürcüce) bunu yıllarca yapamadığımızı düşünürsek, bu meselenin anaakımlaştırılması gerekiyor. Ancak bu sayede sanatsal ifadelerin çeşitliliğini koruma ve güçlendirme üzerinden hak temellilikle ilerlemek mümkün olacaktır.

 

cokdilliogrenme

Öğrenme Ortamlarında Çokdilliliği Desteklemek – Eğitim Programı Kitapçığı: https://www.germanturkishinitiative.org/tr/cokdilli-ogrenme-araclar

Bu alanlarda yaşanan zorlukları aşmak için 2017-2019 arasında çalıştığımız bir başka başlık da kültür-sanat kurumlarında erişimi artırmak ve çokdilliliği bu alana dahil edebilmekti. “Birlikte Sanat”, Hep Beraber projesinin ilk çıktılarından biriydi. Sorun şuydu: Kültür-sanat kurumlarının ziyaretçi turları ve eğitim içerikleri, okullardan gelen öğrenci grupları için hazırlanmış olsa da, mülteci öğrencilerin artan sayısına rağmen içerikler kültürel ve dilsel çeşitliliği gözetmiyordu. Müze çalışanı, önceden hazırlanmış Türkçe anlatımı yapıyor ve çocukların bu anlatımı ne kadar anladığı göz ardı ediliyordu.

Oysa sanat alanlarında eserlerle ilişki kurarken başka dilleri, kültürel ifade alışkanlıklarını kullanmak mümkün. Üstelik bu, bireysel bir tercih değil, kurumun kendisinin üstlenmesi gereken profesyonel bir sorumluluk. Kurumun kadrolarıyla, program yapısıyla, sunduğu atölye ve panellerle bu kapsayıcılığı sağlaması gerekir.

Ne yazık ki, kültür kurumlarının kaynak sıkıntıları nedeniyle birçok eğitim departmanı küçüldü. Yine de İKSV ve PERA Müzesi gibi kurumlarla işbirlikleri yaparak değerli gelişmeler kaydettik. İKSV Altkat, HEP BERABER’in ikinci döneminde (2019-2022) katılımcılarımız arasındaydı. Kırkayak Kültür ve Almanya’dan LAG Kunst ile birlikte videolar, kitapçıklar ve checklist hazırladık.

Hazırladığımız bu Kontrol Listesi’nde tam da bu konuyu ele alıyoruz: Kurumların göçmen ve mülteci sanatçıları ya da izleyici gruplarını dahil edebilmesi için yapısal bir dönüşüme girmeyi, bunun için politika belgeleri oluşturmayı ve aktif işleyen çalışma grupları kurmayı hedeflemiş olmaları gerekiyor. Fiilen çaba harcayarak yol almak mümkün. Erişilebilir Her Şey ile işbirliği yapmak gibi, kültürel ve dilsel çoğulluk alanında çalışan kurumlarla işbirliklerine ağırlık vermek de hayati önem taşıyor.

BY: Bu dediğin çok ilginç çünkü biraz şunu anlıyorum: Anadolu Kültür en başından itibaren bu alanı açan, savunan bir kurum olmasına rağmen, aradaki sürede sizin de gözleminiz belli ki, aslında tam hedeflenen şey tutturulamamış, sizin niyetinizden bağımsız olarak. Demek ki bunun gerçek olması için çok daha yapısal anlamda pozitif bir şeyler koymak gerekiyor, sadece politika belirlemek ya da tutum belgesi falan yetmiyor. Ki Anadolu Kültür burada çok ileride bir yerde duruyor aslında.

BS: Ben de öyle düşünüyorum; Anadolu Kültür çoğu zaman ön açan bir yerde olabildi. Mesela Hayata Destek, ASAM gibi insani yardım kurumları bile HEP BERABER’e dahil olmuştu. O zaman bu alanda çalışanlar, eğitimlerimizde hiç konuşmadığımız konuların burada konuşulduğunu söylerdi. Ancak, Suriyelilerin kurduğu derneklerle Türkiyeli ya da uluslararası dernekler arasında bile ciddi tıkaçlar var. Aynı meseleye çalışsak da neden bir araya gelemiyoruz? Politik ve ideolojik farklılıklar olsa da, uyumlanma için bir arada çalışma deneyimini kurmaktan çekinmemek gerekiyor.

Bu, kültür sanat izleyicisi için de, kurumsal yapılar bakımından da ilmek ilmek örmek ve sebat etmek gerektiren bir süreç. Üstelik, deprem gibi afetler veya siyasal krizler ortaya çıktığında mültecilerin hedef gösterilmesi veya fonların azalması, mücadele etmeyi daha da zorlaştırıyor.

Bu nedenle, mücadele alanını ve aktörleri çeşitlendirmek adına yerel yönetimleri ve diğer sivil aktörleri dahil etmeyi önemsiyorum. 2024’te Değişim İçin Birlikte Projesi ile Eskişehir, Adana, Mersin ve Diyarbakır’da ayrımcılıkla mücadelede yerel işbirlikleri geliştirmeye odaklandık. Örneğin Mersin’de, Maya Derneği’nin de katılımıyla, mevsimlik tarımda çocuk işçiliği üzerine çalıştık. Anadolu Kültür olarak, bu çalışmaya sanat kurumlarını ve sanatçıları dahil ederek bir fark yarattık. Mülteci, Kürt ve Roman ailelerin çocuklarıyla “Geleceği Düşleyen Korkuluklar” atölyesi yaptık. Çocukların eserleri sergilendi ve mevsimlik tarım alanına dikildi.

Sanat, sosyal adalete erişimi ve eşit katılımı kurmakta, ayrımcılıkla mücadele etmekte çok güçlü bir araç. Bu nedenle, kültür sanat kurumlarıyla çalışmalar yapmak ve sanatçı/aktivistleri dahil ederek ilerlemek hayati. İzleyici grubunda çeşitliliğin inşası, yani “Culturally diverse audience generation” ile programın kapsayıcılığı ve hakkaniyeti birbirini tamamlıyor.

Hedefimiz, “Gençlere nasıl ulaşalım?” ya da “Kadınlar gelemiyor” gibi dilsel kategorilerin kısıtlamasına sıkışıp kalmadan; mültecileri, kadınları ve gençleri ortak kesecek yeni bir kamusallığı inşa etmeye kafa yormaya devam etmek. Anadolu Kültür de dahil olmak üzere, kendimizi sürekli geliştirmemiz gerekiyor. Sanatçılara alan açarken, programlamasıyla, izleyicisiyle ve katılımcısıyla daha kapsayıcı bir alan kurmak önümüzdeki temel hedef.

 

BY: Biraz da YENİDEN Projesi’nde mültecilerin dahil edilmesi ve sanat perspektifinden bahseder misin?

BS: Yeniden Projesi, 6 Şubat depremlerinin ardından topluluk temelli dayanıklılık ve sanat yoluyla güçlenmeye odaklanarak geliştirdiğimiz bir proje. Deprem sonrası göçmen karşıtlığının ve düşmanlığının tetiklenmesiyle, mültecilere eşit hemşehri olarak yaklaşan, işbirliği yaptığımız kurumlarla hareket etmek istedik. Proje için Hatay (özellikle Nurdağı ve İslahiye’ye erişecek şekilde), Gaziantep ve deprem sonrası yoğun göç alan Mersin’i belirledik.

Projenin temelinde, deprem sonrası yaşanan çoklu kayıplar ve travmatik deneyimler sonrası iyileşmeye katkı sunmak var. Yerelde yetişkinlerden öğrenme toplulukları oluşturarak, onların kendi yerellerinde çocuk ve gençlere destek vermelerine odaklandık. Hem yetişkin hem de çocuk/genç gruplarında mülteci ve göçmenlerin dahil olabilmesi bizim için kritikti.

Bu, fon kuruluşunun kesinlikle gündeminde olmayan bir konuydu; tamamen bizim anaakımlaştırmaya yönelik çabamızdı. Deprem bölgesinde çalışıyorsak, göçmen ve mülteciler bizim eriştiğimiz gruplar arasında olmalıydı.

Projeyi geliştirmeden önce defalarca Mersin, Adana, Hatay yolculukları yaparak, depremden etkilenenlerle pilot uygulamalar yaptık. Maya Derneği’nden Volkan Gültekin ile görüşmelerimizde, o sırada Mersin’den Kırıkhan’a mülteci ağırlıklı bölgelere yoğun destek götürdüklerini gördük. Mülteci gruplardan sürekli bilgi almaya çalıştık ve program içeriğimizi buna göre esnetmeye çalıştık: İhtiyaçlar nelerdir? Oluşturacağımız öğrenme topluluğuna onları katabilir miyiz? Türkçe anlama ve kendini ifade etme imkanlarını nasıl açabiliriz?

Bu anlamda en başarılı olduğumuz yer Mersin Maya Derneği oldu. Maya Derneği’nin projenin ilk döneminde kurduğu toplulukta 2, sonraki dönem kurduğu toplulukta ise 6 Suriyeli katılımcı yer aldı. [https://www.anadolukultur.org/35-duyurular/1746-yeniden-topluluk-temelli-dayaniklik-ve-sanat-yoluyla-psikososyal-destek/]

 

yenidenprojesi

YENİDEN Projesi, Hatay Serinyol’da Zeytun Yaşam Alanı’nda “Ekoloji ve Sanat” Eğitici Eğitimi’nden bir kare, 2024.

Ama YENİDEN projesinin odağında çokdillilik meselesi biraz geri planda kaldı. Bu projede tüm eğitimlerimizi Türkçe vermek durumunda kaldık. Ancak çalıştığımız uzmanlara açıkça, “Topluluğumuzda dilsel ve kültürel çeşitlilik var, oturumu nasıl dönüştürebiliriz?” diye belirttik. Bu nedenle, normalde uygulamamız olmamasına rağmen, bazı checklist’leri hızlıca Arapçaya çevirdik.

Bu çabalar, mülteci gruplarla çalışan STK’larla işbirliğimizde büyük kolaylık sağladı. Dil meselesi bu noktada belirleyici oluyor. Hem Arapça hem Türkçe konuşabilen kişilerin atölye yürütücüsü olarak projede yer alabilmesi ve bunun sanat aracılığıyla yapılması çok kıymetliydi. Sanatın en önemli gücü, yazılı ve sözlü iletişime fazla mecbur kalmamanızdır; bu, süreçte gerçekten önemli bir avantaj yarattı.

Özellikle müzik çok etkili. Müzik, başlı başına güçlü bir ifade alanı ve bir araya gelerek topluluk olma hissini duyumsatan bir sanat dalı. “UMUT: Topluluk Müziği ile Güçlenme” projesinde bunu iki yıldır birebir tecrübe ediyoruz. Elbette görsel ifade, heykel, seramik veya performans sanatları uygulamalarında da dil bir engel olmaktan çıkıyor.

Biz, sanatı ve yaratıcı ifade alanlarını temele koyarak 2000’lerin başından bu yana çalışmaya devam ediyoruz. Kürtçe, Rumca, Ermenice, Arapça çok dilli çocuk kitapları üretiminden, çatışma dönemlerinde psikososyal destekte sanatın rolüne odaklanan “Taş, Kâğıt, Makas” Raporu’na kadar geniş bir yelpazede yer aldık. 2009’da “Birbirimizle Konuşmak” ile Türkiye ve Ermeni toplumları arasında köprü kurmaya çalıştık; 2025’te ise “Karşı Karşı” projesiyle Ege’nin iki yakasında Türkiye-Yunanistan göç geçmişini sanatla ifade eden kurumları ve sanatçıları buluşturmaya hazırlanıyoruz.

Özetle, Suriye’de yaşanan savaş nedeniyle Türkiye’ye göç etmek zorunda kalanlarla birlikte göçmenlik ve mültecilik, ülkemizde yaygın olarak konuşulmaya ve bir çalışma alanı olarak inşa edilmeye başlandı. Bu son 10 yılda süren, mülteci hakları alanında mücadele veren aktivist ve gönüllü çalışmaların açtığı hak temelli alandan öğrendiklerimiz çok fazla.

Kendimizi kültür-sanat yoluyla, dayanışma ve ortak mücadeleyle, yaşam hakkından kültürel haklara uzanan sosyal adaleti inşa etmeye doğru götürmeye çalışıyoruz. Yolları olabildiğince çok kesiştirmeye ve sanatı bu mücadeleye ortaklaştırmaya devam edebilmeyi umuyorum.

* Bu söyleşi dizisi ERC Solroutes projesi tarafından desteklenmektedir.

**GAR Blog’ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği’nin görüşlerini yansıtmaz.

İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Müziğin Göçle Kesiştiği Yer: Evrim Hikmet Öğüt ile Söyleşi

İlgili Yazılar

sinirlari-asan-sanat-goc-ve-dayanisma-uzerine-soylesiler-iii

Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler – III

Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler – II

Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler – II

Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler

Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler

Trump Dönemi Fon Kesintileri Sonrası Türkiye’de Sivil Toplum Ne Durumda?

Trump Dönemi Fon Kesintileri Sonrası Türkiye’de Sivil Toplum Ne Durumda?

Savaşın Gölgesinde Göç: Saldırılar Sonrasında İran’da Nüfus Hareketleri

Savaşın Gölgesinde Göç: Saldırılar Sonrasında İran’da Nüfus Hareketleri

Metin Yaban ile Söyleşi

Metin Yaban ile Söyleşi

GARBülten

SON YAZILAR

  • Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler – IV
  • Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler – III
  • Göç Araştırmaları Derneği’nden Yeni Rapor: Avrupa ve MENA Bölgesinde Göç Karşıtı Dinamikleri Anlamak
  • Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler – II
  • Sınırları Aşan Sanat: Göç ve Dayanışma Üzerine Söyleşiler

Göç Araştırmaları Derneği | GAR Takip Et

GAR_Dernek
Twitter'da Retweet Göç Araştırmaları Derneği | GAR Retweetlendi
diaspora_turk DiasporaTürk @diaspora_turk ·
19 Eki

Bir zamanlar Neşet Ertaş 38, Mahzuni Şerif 37 yaşındayken, Almanya’da bir konserde birlikteler… 🌿 (Ulm, 1976)

Twitter'da yanıtla 1979853591872774505 Twitter'da Retweet 1979853591872774505 16 Twitter'da beğen 1979853591872774505 326 X 1979853591872774505
Twitter'da Retweet Göç Araştırmaları Derneği | GAR Retweetlendi
imiscoe_mitra Migrant transnationalism(MITRA) - also on Bluesky @imiscoe_mitra ·
17 Eki

Are you interested in how the relationship between migrant parents and caregivers in country of origin is important for wellbeing of migrants′ children? New article by Valentina Mazzucato and Bilisuma B. Dito in Population, Space and Place. Read here: https://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1002/psp.70115

Twitter'da yanıtla 1979107722948747440 Twitter'da Retweet 1979107722948747440 1 Twitter'da beğen 1979107722948747440 4 X 1979107722948747440
Twitter'da Retweet Göç Araştırmaları Derneği | GAR Retweetlendi
euromedfeminist EuroMed Feminist Initiative @euromedfeminist ·
10 Eki

Today marked the last day of the three-day regional exchange event “Enhancing women’s participation in peacebuilding in Syria and Iraq: Lessons learned from implementing the WPSA in the MENA region” held in Amman, Jordan between the 8th and the 10th of October 2025.

This event…

Twitter'da yanıtla 1976712098240413884 Twitter'da Retweet 1976712098240413884 2 Twitter'da beğen 1976712098240413884 3 X 1976712098240413884
gar_dernek Göç Araştırmaları Derneği | GAR @gar_dernek ·
11 Eki

📢 Üyemiz Dr. Didem Danış'ın katılımcısı olduğu “Göçmen Hakları, Yeni Teknolojiler ve Adli Mimarlık” başlıklı film gösterimi ve panel tartışmayı bilginize sunarız. 15 Ekim, İstanbul - Postane. @postaneistanbul.

Twitter'da yanıtla 1977006597890359578 Twitter'da Retweet 1977006597890359578 Twitter'da beğen 1977006597890359578 4 X 1977006597890359578

“Bu web sitesi Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla Göç Araştırmaları Derneği’ne aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.”

KVKK Aydınlatma Metni
Çerez Politikası
Rıza Beyanı
When autocomplete results are available use up and down arrows to review and enter to go to the desired page. Touch device users, explore by touch or with swipe gestures.
No Result
View All Result
  • GAR
    • Hakkımızda
    • Yönetim
    • Faaliyet Raporları
    • Üyeler
    • Ekibimiz
    • Tüzük
    • Politika Belgeleri
  • Duyurular
  • Yayınlar
    • Açıklamalar
    • Okuma Listeleri
    • GarBlog
    • Bültenler
    • Kitaplar
    • GAR Youtube
    • GAR Podcast
  • GAR Akademi
    • Eğitimler
    • GarEP
      • 2003 Güz Dönemi – 2024 Kış Dönemi
      • 2023 Bahar Dönemi
      • 2022 Güz Dönemi
      • 2022 Bahar Dönemi
      • 2021 Güz Dönemi
      • 2021 Bahar Dönemi
    • Yaz Okulları
  • Etkinlikler
    • Atölye ve Konferanslar
    • Güncel Göç Seminerleri
    • EGEHUB
  • Araştırmalar
  • İletişim