Kırkayak Kültür: Sanatla Dayanışmayı, Kentle Birlikte Yaşamı Örmek
Göç Araştırmaları Derneği (GAR) olarak, göç çalışmalarına sanatın penceresinden bakarak yeni perspektifler ve ilhamlar sunmayı amaçlayan söyleşi dizimize devam ediyoruz. Bu buluşmalarda, sanatın göç deneyimleriyle nasıl kesiştiğini, dayanışmayı nasıl mümkün kıldığını ve birlikte yaşam için nasıl yaratıcı alanlar açtığını birlikte keşfediyoruz.
Altıncı konuğumuz, Gaziantep’te faaliyet gösteren Kırkayak Kültür’ün kurucularından Kemal Vuran Tarlan.
Gaziantep’te 15 yılı aşkın süredir faaliyet gösteren Kırkayak Kültür, savaşın, göçün ve eşitsizliklerin ortasında sanatın birleştirici gücüne inanan bir kurum. Kurucularından Kemal Vural Tarlan, kültür ve sanat aracılığıyla farklı topluluklar arasında kurulan ilişkilerin nasıl bir dayanışma ağına dönüştüğünü, Suriyeli sanatçılardan kadın korolarına, çocuk atölyelerinden gençlik programlarına uzanan çalışmalarla anlatıyor.
Söyleşi: Bediz Yılmaz

Bediz Yılmaz: Öncelikle sizi ve derneğinizi tanıyarak başlayalım mı? Ardından, derneğin çalışmalarında sanatın nasıl bir yer tuttuğunu konuşalım.
Kemal Vural Tarlan: Kırkayak Kültür’ün kurucularından biriyim. 2008’de, akademisyenler, sanatçılar, aktivistler, doktorlar, avukatlar, öğretemem ve öğrencilerden oluşan arkadaş gurubu olarak yaşadığımız kente kültür sanat aktiviteleri yapmak için bir araya geldik. Amacımız kentte bir film festivali düzenlemekti. İlk yıl film günleri yaptık, ardından Onat Kutlar Film Festivali’ni başlattık. Onat Kutlar Antepli olduğu için bu bizim için oldukça önemliydi ve “sinema bir şenliktir” şiarıyla film gösterimleri yapmaya başladık.
O dönemde ben Orta Doğu’da Çingene toplulukları üzerine çalışıyordum; aramızda Ortadoğu sosyolojisi ve sınır çalışmaları gibi alanlarda çalışmalar yapan akademisyenler de vardı. Başından itibaren kendimizi herhangi bir siyasi parti, dini yapı veya siyasi grup ile ilişkisi olmayan bağımsız bir sivil toplum örgütü olarak tanımladık. Çünkü Türkiye’de sivil toplum genellikle birilerinin “arka bahçesi” gibi görülüyordu. Bizse farklı görüşlerden insanlardık ve kısa sürede kültür-sanatın farklı toplumsal kesimleri bir araya getiren güçlü bir alan olduğunu fark ettik. Film gösterimlerimize ilahiyat mezunu gençler, LGBT bireyler, İranlı mülteci sanatçılar geliyordu. Sanatın böylesine kapsayıcı bir buluşma zemini oluşturması bizi çok etkiledi.
2011’e kadar Onat Kutlar Film Festivali, her çarşamba film gösterimleri gibi etkinliklerle devam ettik. Bir kültür-sanat inisiyatifi olarak yola çıkmıştık ve 2011 Mayıs’ında ise kentteki ihtiyaçtan da doğarak dernekleştik. Kırkayak Kültür’ün bulunduğu yer, 1800’lerin sonlarında kurulmuş eski Ermeni mahallesinin devamı olan Akyol mahallesi, burası tarihi Kırkayak semtinin içinde olan mahallerden biri. 150 yıllık tarihi bir taş evde, Kırkayak Kültür, Sanat ve Doğa Derneği olarak faaliyete geçtik. Orada, Çarşamba Film Gösterimleri, fotoğraf sergileri düzenlemeye başladık. Ben de 35 yılı aşkın süredir fotoğrafçıyım, Dom toplulukları üzerine yaptığım sergiler oldu. Mekân kısa sürede Gaziantep’in canlı bir sanat merkezine dönüştü ve hala bu tarihi taş ev Kırkayak Sanat Merkezi olarak faaliyet gösteriyor. Kırkayak adının sebebine gelince; 1898 yılında yapılan Kırkayak Parkı’nın etrafına, Dülük Antik Kenti’nden getirilen 40 sütun dizilmiş; sütunlara, “ayak” denildiği için semtin adı da “Kırkayak” olmuş. Zamanla burası kentin kültürel buluşma noktası haline gelmiş. İçinde bulunan açık hava tiyatrosu, kentteki tiyatro, konser ve diğer kültür sanat etkinliklerinin yapıldığı, kentin entelektüellerinin ve 68 kuşağından Onat Kutlar ve Ülkü Tamer, 78 kuşağından Ahmet Ümit gibi isimlerin bir araya geldiği Kırkayak Kahvesi de buradaydı. Kırkayak Kültür, kurulurken kentin bu kültürel hafızasının sürdürmek için bu adı aldık ve o kültürel mirası devraldık.
Ayrıca “kırkayak” sembolü, Dom döğme (Deg) kültüründe sembolik bir anlam taşır: erkeklerin eline, kadınların ayağına yapılan bir dövmedir ve “birlikte üretmek” anlamına gelir. Biz de hem bu kültürel kökten hem de semtin tarihinden esinlenerek adımızı Kırkayak Kültür koyduk. Bugün de mekânımız, sanatın, mültecilerin ve kentlilerin buluştuğu canlı bir ortak yaşam alanı olmayı sürdürüyor.
2010’da Arap halk ayaklanmaları başladığında, yüzümüzü Ortadoğu dönüp, Orta Doğu’daki dönüşümleri anlamaya çalıştık. 2011’de ilk Suriyeli mülteciler Türkiye’ye geçtiğinde, dernek bünyesinde tüzüğümüzde de yer alan bir Orta Doğu Kültürel ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi kurduk. Aynı yıl Suriyeli mülteciler Antep’te görünür hale geldi. Ezidilerle ilgili bir sergimiz sırasında Suriyeli bir kadın aktivist bize ulaştı ve Suriyeli sanatçıların da sergi açmak istediğini söyledi. 2013 başında üç genç Suriyeli sanatçının işlerini gördük ve “Beklemek” adlı resim sergilerini Kırkayak Kültür’de açtık. Sergi, mültecilerin bekleme halini konu alan çalışmalardan oluşuyordu. Ayrıca, genç bir Suriyeli kadın sanatçının, kadın bedeni üzerinde ve müzik enstrümanlarıyla yaptığı 10 resimlik bir seri vardı, ki o seri hâlâ bizdedir. Mekân küçüktü ama yaklaşık 250 kişi sergiyi ziyaret etti ; Suriyeliler ve Türkiyeliler aynı ortamda buluştu.
Bu sergi bize sanatın insanlar arasında temas kurma gücünü bir kez daha gösterdi. Ardından Suriyeli feministler, gazeteciler, Suriye’den gelen Filistinliler ve Çerkezler merkezimizi toplantı mekânı olarak kullanmaya başladılar. Böylece Kırkayak Kültür, farkında olmadan “uyum” çalışmalarına girişti.
Suriyeli mültecilerin kentte görünür olduğu, kitlesel göçün ilk günlerinde, kısa süreli insani yardım çalışmaları da yürütüyorduk. Kırkayak Kültür’ün bulunduğu mahallenin hemen arkasında, o dönem Antep’in sınır ilçelerinden gelen dolmuşların indiği Kilis Garajı vardı. Sınırı geçip Antep’e gelen Suriyeli mülteciler genellikle buraya ulaşıyorlardı. Garajın çevresi zaten tarihsel olarak “Göçmen Mahallesi” diye bilinir; hanların, kaçak eşya dükkânlarının bulunduğu bir bölgeydi. Böylece Suriyeliler doğal biçimde bizim mahalleye de gelmeye başladılar. Ancak kısa sürede anladık ki bu durum yalnızca insani yardımla çözülemez; bu, bir insan hakları meselesiydi. Ben o dönem gazetecilik yapıyor ve sınırda bu kitlesel göçü fotoğraflıyordum. Bu gözlemlerle birlikte dernek olarak uyum çalışmalarına yöneldik.
Bu güne geldiğimizde, hala, Kırkayak Kültür olarak, eskilerle yenilerin gönüllü biçimde buluştuğu alanları güçlendirmeye çalışıyoruz. Saha araştırmaları yapıyor, dünyadaki deneyimlerden öğreniyoruz.
Kültür-sanatın bu buluşma için, gönüllü bir araya geliş alanı olarak, en doğal alan olduğunu gördük ve yeni gelenleri bu yönden desteklemeye başladık.
BY: Yani dernek göç odaklı değil, kültür-sanat odaklı başladı; sonra göçle kesişti. Siz zaten kültür sanat alanında faaliyet gösteriyorken daha sonra oluşan sosyal durumla kendi en iyi bildiğiniz şeyi nasıl o topluluğa da uygulayabiliriz, Antep’te bu yeni oluşan durumu nasıl uyumlandırabiliriz arayışına giriyorsunuz. Bu süreçte ne tür kültür sanat çalışmaları oldu?
KVT: Suriyeli sanatçıların işlerini sergilemeye başladık. Tiyatro oyunlarının gösterimleri için salonlar ayarladık. Film gösterimlerimizde Türkçe filmleri Arapça, Arapça filmleri Türkçe altyazıyla sunuyorduk. Zeugma Film Festivali’nin “Birlikte Yaşam” bölümünde Türkiye ve Ortadoğu filmlerini karşılıklı çevirdik; izleyicilerin aynı salonda birlikte film izlemelerini istedik. Basılı materyallerimizi Arapça olarak da yayınlama başladık.
BY: Bu etkileşim sağlanabildi mi sizce? Daha önceki söyleşilerden birinde, Beril Sönmez bu tarz etkileşimlerin sınırlı kaldığını söylemişti.
KVT: Kısmen evet. Mülteciler gittikleri yere yeni bir enerjiyle gelirler. Göç bir tür “ikinci ergenlik” gibidir; insanlar yeniden var olmaya çalışır. Antep, 2011’den sonra bu sayede kültürel anlamda çok canlandı. Suriyeli gençler kendi kültürlerini sahiplendikçe sanat alanında üretkenleştiler. Bazı dönemlerde etkinliklerimizde Suriyeli katılımcı oranı %60’ı buldu. Özellikle “Birlikte Yaşam” temalı etkinliklerde bu yoğunluğu gözlemledik.
O sırada biz de yönelimimizi belirledik: Orta sınıf Suriyelilerle, özellikle feminist aktivist ve akademisyenlerle çalışmaya başladık. Türkiyeli kadınlarla birlikte “Mutfak / Matbakh” adlı bir toplumsal cinsiyet programı geliştirdiler. Bu süreç tamamen kadınların kendi inisiyatifiyle gelişti, biz sadece alan açtık. Kentteki kadın aktivistler, feminist kadınlar, akademisyenler ve Suriyeli gazeteci ve aktivistlerle bir araya geldi. Böylece Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Programı ortaya çıktı. Bu Kırkayak Kültür’ün dışında, kadınların kendi kurduğu otonom bir yapı olarak doğdu. Kırkayak Kültür, halen, toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarını bu program altında yapmaktadır.
Bir başka dönüm noktası, taş evimizin yanındaki ikinci binaydı. Restorasyonunu tamamlamıştık, sanatçı rezidansı olacaktı. Bir sabah Suriyeli bir feminist aktivist valiziyle kapıda belirdi; kalacak yeri yoktu. O binayı onlara açtık. Sonra orası kendi kendine bir dayanışma evine dönüştü. Eşyasızdı; herkes bir şeyler getirdi. Ev yıllarca Suriyeli feministlerden sanatçılara el değiştirerek kullanıldı. En son bir ressam arkadaşımız kaldı, mart ayında Suriye’ye döndü. Şimdi binayı yeniden sanatçı rezidansı olarak düzenliyoruz ama zaten fiilen hep o işleve hizmet etti.
Kırkayak Kültür olarak, dünyada mültecilerin toplumsal uyumu ve birlikte yaşam deneyimlerini, gidip görmeye, oralardan öğrenmeye hep açık olduk. Bizim toplumsal uyum programımız, teorik olarak Derrida’nın, radikal kozmopolit yada koşulsuz misafirperverlik teorisine daha yakın bir uygumla. Almanya, Danimarka, Kanada, İtalya, Hollanda gibi ülkelerin deneyimlerini, ortalarda bu alanda çalışmalar yapan kurumları ziyaret edip deneyimlerini anlamaya çalışıyoruz.
O süreçte ikinci bir “birlikte üretim” alanı olarak mutfak fikri doğdu. Kadınlar, “Bize bir mutfak yapın, yemek yapalım, birlikte olalım,” dediler. 2015’te başlayan bu inisiyatif zamanla sosyal bir mekâna, ardından küçük bir restorana dönüştü. Bugün hâlâ gönüllülerin buluştuğu bir paylaşım alanı.
2018’den beri Almanya’yla yürüttüğümüz kültürel değişim programı da bu anlayışı sürdürüyor. Avrupa’da daha çok bireysel güçlendirme üzerine uyum çalışmaları yapılıyor; biz ise “Social Engagement Art” (Toplum Katılımlı Sanat) dedikleri, komüniteyi güçlendiren bir modeli benimsiyoruz. Şimdi, Almanya’daki kurumla birlikte bu iki yaklaşımı nasıl buluşturabiliriz diye çalışıyoruz.
Örneğin 2016’da Suriyeli tiyatrocular sözsüz bir oyun sahnelemek istediler; belediye salon vermeyince biz alan sağladık. Oyunda söz yoktu; sadece hareket üzerinden Suriye’deki halk ayaklanmasını anlattıkları bu oyun çok etkileyiciydi. O günden beri Antep’teki Suriyeli sanatçılar sergi, tiyatro ve film gösterimleri için Kırkayak Kültür ile temas hâlinde. Biz de belediyelerle görüşüp onlara alan açıyoruz. Kırkayak bugün hâlâ aynı çizgide: sanat ve toplumsal dayanışmayı birleştiren, toplulukların birlikte üretim yapabileceği güvenli bir mekân yaratmaya çalışan bir yapı.
Yaklaşık on yıldır Antep’te Suriyeli kadınların kurduğu Haneen Kadın Korosu var; bugün 11 ülkede koroları bulunuyor. Haneen Antep’te doğdu, Kanada ve Almanya dâhil farklı ülkelere yayıldı. Koro haftada bir–iki gün Kırkayak Kültür’de prova yapıyor; mekânı anahtarıyla teslim ediyor, tüm ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Çocuklarıyla geliyorlar, doğum günlerini kutluyorlar, sanatçılarla birlikte şarkı söylüyorlar. Bizim “uyum” anlayışımız tam da bu: insanların kendi ayakları üzerinde durabildiği, kuralları birlikte müzakere ettiği, komüniteye alan açan bir zemin.
Kültürel değişim programımızda uzun süre şu modeli izledik: Türkiyeli bir sanatçı ile Almanya’dan bir sanatçı ortak bir uyum projesi tasarlıyor; sonra her biri kendi ülkesinde gençlerle/ kadınlarla uyguluyor, çıktılarını hem Almanya’da hem Türkiye’de sergiliyorduk. Örneğin Kardeş Türküler’den Selda Öztürk Almanya’da bir müzisyenle, MSGSÜ’den Eda Çekil ise Alman bir fotoğrafçıyla çalıştı; biri İstanbul’da, diğeri Almanya’da projelerini yürüttüler.

Şimdi bu yaklaşımı güncelledik: bireyi güçlendirme ile topluluğu güçlendirmeyi birleştiren yeni bir yöntem benimsedik. Geçen hafta Almanya’dan göçmen kökenli 10 genç kadın (17–22 yaş; Fas, Tunus, Cezayir, Lübnan, Mısır, Türkiye kökenli) Türkiye’ye geldi. Almanya’dan bir sanatçı ve kurum temsilcileri eşlik etti. Biz de Antep’ten 9 Suriyeli ve Türkiyeli genç kadınla birlikte Adana’ya geçtik; oradan 3 genç kadın daha katıldı. Yaklaşık 25 genç kadın, Adana’da 10 gün birlikte kalarak “birlikte yaşama” üzerine ortak bir belgesel üretti. Çekilen videolar şimdi kurgu aşamasında; festivallerde göstereceğiz. Ekoloji boyutunu da entegre ediyoruz.
BY: Anadolu Kültür’ün yürüttüğü “Yeniden” projesinde de varsınız..
KVT: “Yeniden” projesinin ilk döneminin program ortağıydık. O programda eğitmen eğitimleri yapıldı. Deprem sonrası dönemde psikososyal odağı çocuk atölyeleri yaptık.
Şu anda “Birlikte yaşam için çocuklarla sanat atölyeleri” pilot okullarımızda, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Dom/Abdal mahallelerindeki toplum merkezleriyle de çalışıyoruz. Kukla, dans, baskı, fotoğraf atölyelerini Türkiyeli, Suriyeli çocuklar ve Dom ve Abdal çocuklara yapıyoruz ve bu alanları birlikte yaşam alanları haline getirmeye çalışıyoruz.
Kırkayak Kültür, birlikte yaşam çalışmalarına 2011 sonunda başladık. Biz Kırkayak Kültür’ü kurduğumuzda bu inisiyatifin temel amacını “Birlikte yaşam mümkün” sloganı etrafında yazdık. Ve oraya bir de “geride bırakmama” ilkemizi koyduk. O yüzden dezavantajlı toplum kesimlerini koruma ve destekleme kararımız vardı. Biz Domların yaşadığı mahallelerdeki okullarda 2011 yılında çocuklara kültür-sanat atölyeleri yapmaya başlamıştık. Suriyeli mültecilerin gelmesiyle birlikte bir yandan uyum alanında çalışmalara yöneldik. Biz en başından “insani yardım çalışmayacağız” dedik. İnsani yardım için bize başvuran kurumlara, “bizim alanımız bu değil, biz toplumsal uyum alanında çalışıyoruz” diyorduk.
Türkiye’de göç deneyiminin en aksayan boyutu bence toplumsal uyum oldu; az sayıda aktör vardı. Zamanla projelere küçük uyum bileşenleri eklenince kamu kurumları da bizimle çalışmaya başladı. Dom ve Abdal topluluklarına erişim gücümüz nedeniyle belediyeler, Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlükleri ve Göç İdareleriyle birlikte yerelde temas ağları kurduk; Roman Strateji Eylem Planı kapsamında bakanlıkla da süregelen bir işbirliğimiz var. Çocukların eğitime erişimini destekliyoruz.
Kendimizi her zaman insan hakları kurumu olarak tanımlıyoruz ve Avrupa’daki hak temelli örgütlerle ortaklıklar yürütüyoruz. 2012 sonrasında Antep, Suriye bağlamında sınır ötesi ve yerel programların koordinasyon merkezine dönüştü; biz de uluslararası kuruluşlarla çalıştık. Fakat uyum ve kültür–sanat alanları yeterince kaynak bulmadı bugün de öyle. Bu yüzden Kırkayak proje bazlı değil, program bazlı çalışır; programların altında projeler yürütürüz (kirkayak.org/who-we-are). Bu hem sürdürülebilirlik sağlar hem de gönüllülük temelimizi güçlendirir. Ben ve yönetim kurulunun tamamı gönüllüyüz; profesyonel işlerimizin yanı sıra Kırkayak Kültür’e emek veriyoruz. Ekipte ücretli çalışan arkadaşlarımız da var; ulusal ve yerel kurumlarla kalıcı işbirlikleri kuruyoruz.
İnsani yardım odaklı olmadığımız için büyük fonlarla çalışmıyoruz. 2023’te göçle ilgili kaynaklar bitmişti; ama depremle birlikte tekrar bir süre devam etti. Bugün birçok uluslararası kuruluş ya ayrıldı ya da Suriye içine çekildi; BM ve AB ofisleri de asgari düzeye indi. Bizim gibi gönüllülük ağırlıklı kurumlar kaldı; biz çalışmaya devam ediyoruz. Proje bağlı çalışmadığımız için yeri geliyor şoförlük de yapıyoruz, yönetim kurulu üyeliği de yapıyoruz. Gidip Avrupa Parlamentosu’nda toplantılara da katılıyoruz. Öyle bir esnekliğimiz var bizim.
BY: Görüşmemizin başından beri “dayanışma” kelimesini hiç kullanmadınız. Oysa yaptığınız işler tamamen dayanışma üzerine kurulu. Sosyal uyum da aslında farklı topluluklar arasındaki dayanışma bağlarını güçlendirmeyi amaçlıyor. Kırkayak’ın kültür-sanat çalışmaları da tam olarak buna dayanıyor. Bunu özellikle sormamın nedeni şu: Siz zaten başından beri Suriyeli sanatçılarla, feministlerle, aktivistlerle, Suriye’den gelen Filistinlilerle, Çerkeslerle birlikte çalıştınız; mekânlarınızı onlara açtınız, işlerine yer verdiniz, bu zaten dayanışmanın ta kendisi. Aslında tam da bu yüzden, “dayanışma” kelimesini kullanmamış olmanız bana şunu hatırlatıyor: bazı halkların dilinde “orman” kelimesi yoktur, çünkü onlar zaten ormanın içindedir. Siz de o kadar dayanışmanın içindesiniz ve onu ören bir yerde duruyorsunuz ki belki bu kelimeyi kullanma ihtiyacı duymuyorsunuz. Ama yine de şunu sormak istiyorum: 15–16 yıllık bu deneyime baktığınızda, sanatın toplumsal dayanışmayı güçlendirdiğini düşünüyor musunuz?
KVT: Kültür ve özellikle sanat, dünyanın her yerinde olduğu gibi, göçle gelenlerle yerleşik topluluklar arasındaki en güçlü dayanışma araçlarından biri. Çünkü sanatın doğasında zaten bu var. Biz Nepal’den Kanada’ya, Ekvador’dan Avrupa’nın farklı kentlerine kadar pek çok yerde kültür-sanat aracılığıyla kurulan dayanışma ağlarını yerinde gördük. Sanatçının tavrında da, sanatın işleyişinde de bu ruh kendini gösteriyor.
Suriyeli bir sanatçı yeni bir üretim fikriyle bize geldiğinde, “Tamam, üretmeye devam et; biz gereken desteği sağlarız, sergilemeyi de üstleniriz,” diyoruz. Hâlâ böyle çalışıyoruz. Bazen çok farklı dayanışma örnekleriyle karşılaşıyoruz. Kanser olduğunu öğrenip gidecek yeri kalmayan bir sanatçıya, diğer sanatçılarla birlikte destek ağı kurduğumuz oldu. Bu tür örnekler bizim için sıradanlaştı; çünkü dayanışma yaptığımız işin kalbinde.
Biz sadece belli bir topluluğun sanatçılarını desteklemiyoruz; farklı topluluklardan sanatçıları bir araya getirip ortak üretimlerini görünür kılmaya çalışıyoruz. Böylece hem üretim hem de paylaşım alanları çoğalıyor.
Geçen yıl Suriyeli bir kadın yönetmenin filmi gösterilecekti. Mekân ararken sivil toplum örgütleri arasında “Tabii ki Kırkayak’ta gösteririz” denilmiş. Filme 70-80 kişi geldi; en muhafazakâr gruplardan feminist örgütlere kadar herkes aynı salondaydı. Kırkayak tam da bu dayanışmanın mekânı. Birbirine temas edebilmek, birbirini görebilmek bizim için en önemli şey.
BY: Kültür-sanat alanına zaten başından beri çok az destek vardı, şimdi neredeyse tamamen azaldı. Peki sanat dünyasının dışında, yerel iş insanları, diğer dernekler ya da bireylerle ilişkiniz nasıl? Kırkayak Antep’te toplumsal olarak sahiplenilen bir yer mi?
KVT: Kırkayak Kültür kurulduğu günden bu güne, kültür sanat alanında faaliyetler yürüten bir kurum, Kırkayak Sanat Merkezi, şimdiye kadar onlarca sergiye, filme gösterimine ve kültür sanat etkinliğine ev sahipliği yaptı ve hala, yapmaya devam ediyor. Bu yıl 12’ncisini düzenleyeceğimiz Zeugma Film Festivali, kentin film festivaline dönüştü. Geriye dönüp baktığımızda ulusa ve uluslararası pek çok kültür sanat kurumuyla ortak çalışmalar yürüttük, destekler aldık. Ancak kültür-sanat hiçbir zaman büyük desteklerin aktığı bir alan olmadı. Bizim gibi kurumlar, o kaynaklara genellikle erişim konusunda, hep geride bırakıldı. Bunun temelinde hâlâ güçlü biçimde varlığını sürdüren oryantalist bakış var. Herkesin bir “Doğusu” var ve bu algı, kültür-sanat dünyasında da yerleşik. Her şey İstanbul merkezli ilerliyor; bize hâlâ “sizin kapasitenizi artırmak istiyoruz” diyenler çıkıyor ama kimse bizi eşit özne olarak görmüyor, biz eşit olmaya çabalayınca da, destek olunmuyor.
Oysa biz 15 yıldır Antep’te faaliyet gösteriyoruz: 14 yıldır film festivali düzenledik, her hafta gösterimler yaptık, onlarca sergi açtık. Kendi binamız, sanat merkezimiz, sanatçı rezidansımız var. Kendi yerel gücümüzle, eşit ilişkilere dayalı bir kültür-sanat alanı oluşturduk. Kentteki mültecilerin kültür-sanat faaliyetlerine katılımı için belediyelerle birlikte çalışıyoruz. Ama İstanbul’a gittiğimizde hâlâ “Anadolu’dan gelen yerel bir dernek” gibi görülüyoruz. Türkiye’de bu anlayış maalesef çok yerleşik. Uluslararası kurumlarla çalışmak bu yüzden daha kolay; çünkü onlar yereli gerçekten destekliyor. Yerelde iyi iş yaparsanız, bunun karşılığını bulabiliyorsunuz.
BY: Peki yerelde, toplumun ve kentin size yaklaşımı nasıl oldu? Örneğin Kırkayak Kültür’ün LGBTİ+’lara, Ezidilere ya da mültecilere kapısını açması sizi marjinalize etti mi, yoksa destek gördünüz mü?
KVT: Şu anda yerelde güçlü bir konumdayız; kendimizi kanıtladık. Ama bazı dönemlerde, örneğin festivalimizi yalnızca Suriyeliler için yapıyormuşuz gibi algılayanlar oldu. İnsanlar Arapça afiş gördüklerinde, bunu Suriyelilere özel sanıyorlardı. Oysa biz, “geride bırakmama” ilkemiz gereği Suriyeli sanatçıları ve kültürle ilgilenenleri sürece dahil etmek için özellikle çaba harcadık.
2019’da önemli bir karar aldık: Artık bu insanlar bu kentin bir parçası. Yeni gelenler değil, burada yaşayan komşularımız ve biz onlarında kendimiz gibi “buralılar” olarak görüyoruz. O yüzden “normalleşme” dönemine geçmemiz gerekiyordu. Kent nüfusunun %25’i mültecilerden oluşuyor; dolayısıyla etkinlik katılımında da aynı oran varsa bu artık “normal” demektir. Önceden mülteci kadınlara özellikle bilet veriyor, kadın filmleri gösterimlerine davet ediyorduk; ama artık bu katılım olağan hale geldi. Çünkü bu insanlar burada, bu kentin içinde.


Kırkayak Kültür’ün en belirgin özelliği, her zaman “açık bir alan” olması. Antep’te bir hak temelli çalışan kurum toplantı yapmak istediğinde, kültür sanat kurumları yada sanatçı inisiyatifleri, feminist örgütler ya da mülteci dernekleri bir araya gelmek istediğinde, mekânlarımızı ücretsiz kullanabiliyorlar.
Göç merkezimiz, kentin tam merkezinde, Atatürk Bulvarı’nda yer alıyor; geniş bir salonu ve yaklaşık oldukça bir terası var. Kültür-sanat merkezimiz, ondan sadece birkaç yüz metre uzaklıkta. Sanatçı rezidansımız ve “Mutfak” da aynı bölgede. Bu yakınlık, aramızda güçlü bir sinerji yaratıyor.
BY: Son olarak şunu sormak isterim: Çocuklarla yürüttüğünüz sanat çalışmalarından bahsetmiştiniz. Peki, bu etkinlikler ortak üretimlere, yeni işbirliklerine dönüştü mü?
KVT: Evet, çok sayıda örneği oldu. Özellikle 2016’ya kadar Antep’te çok sayıda Suriyeli sanatçı vardı. Biz onları buluşturuyor, birlikte üretim yapmalarını sağlıyor ve çıkan işleri sergiliyorduk. Ancak 2016’daki kitlesel Avrupa’ya göç döneminde bu sanatçıların çoğu Avrupa’ya geçti. Buna rağmen ilişkimiz kopmadı.
2021’de, Kırkayak Kültür’ün 10. yılı için, yolu bizden geçmiş sanatçılar dünyanın farklı yerlerinden bir araya gelerek kurum için dijital bir sergi hazırladılar. Pandemi döneminde çevrimiçi olarak gerçekleştirdik. Bugün hâlâ onlarla temas halindeyiz; güçlü bir uluslararası ağımız oluştu. Hatta şu anda Avrupa’da yaşayan bazı sanatçılar, “Türkiye’deki çocuklar ve gençler için bir şey yapmak istiyoruz,” diyorlar. Önümüzdeki dönemde onları kültürel değişim programımıza dâhil edip Türkiye’ye getirmeyi planlıyoruz.


Kamal Oghly, “Kil Uygarlığı: Yükseltilmiş Bahçe” Falak Al Gazzi, “Güvenlik”
Kırkayak Kültür’ün onuncu yılı şerefine düzenlenen ve yolu Kırkayak Kültür ile kesişen dört Suriyeli sanatçının (Falak Al Ghazzi, Salah AlKhal, Kemal Oghly, Roudi Rammo) eserlerinin yer aldığı “Aklımda Suriye” (Syria on my Mind) sanal sergisi şu adreste ziyaret edilebilir: (https://www.artwithoutboundaries.art/syria-on-my-mind).
BY: Haneen Kadın Korosu devam ediyor mu?
KVT: Evet, devam ediyor. Hatta şimdi gençlerden oluşan yeni bir koro kuruluyor. Suriyeli ve Türkiyeli gençler iki hafta önce geldiler, “Birlikte bir koro kurduk, Kırkayak’ta çalışmak istiyoruz” dediler. Haftada bir gün çalışacakları bir program hazırlıyoruz.
Son zamanlarda gençlerin yeniden gönüllü olmaya başladığını fark ettik. Bir dönem gönüllülük neredeyse bitmişti ama şimdi 6 yaşındayken babaannesiyle Kırkayak’a gelen, bugün 21 yaşında üniversite öğrencisi olan gençler yeniden geri dönüyor. Böylece gönüllü bir gençlik grubu oluştu. Şimdi bu grubun çalışma kurallarını ve belgelerini hazırlıyoruz.
Uzun vadede hedefimiz, kültür ve sanatın dönüştürücü gücünü yeni bir boyuta taşımak. Çünkü anaokulundan itibaren desteklediğimiz Dom ve Abdal ailelerin çocukları artık liseye, hatta üniversiteye gidiyor. Bu çocukları, akademisyen ailelerin çocuklarıyla bir araya getirecek gönüllü bir gençlik grubu kuruyoruz. Böylece “birlikte yaşam” fikri sadece teoride değil, gündelik hayatta da içselleşsin istiyoruz.
Bazı Dom ve Abdal gençler hâlâ sinemaya gitmemiş, başka çevrelerden akranlarıyla hiç tanışmamış durumda. Kültür-sanat bu anlamda en güçlü araç. Onları birlikte film izlemeye, sergi gezmeye götürüyoruz. Hatta bu yıl küçük çocuklarımız için 23 Nisan’da bir çocuk sergisi açacağız. Çünkü onlar da üretmek istiyor. Geçenlerde Zeyno Pekünlü’nün sergisini gezdiler, “Bizim de sergimiz olsun” dediler. Şimdi resimlerini hazırlıyorlar; biz de onlara bir sergi alanı ayarlıyoruz.
Mahallemizde nüfusun yarısı Suriyeli ve diğer göçmenlerden, yarısı Türkiyeli ailelerden oluşuyor. Biz kültür ve sanatı bu mahallede birleştirici bir güç olarak kullanıyoruz; bu bizim için vazgeçilmez.
BY: Bu kadar yoğun bir yerel bağ kurmanız gerçekten çok etkileyici. Orta sınıfa da hitap eden çalışmalar yapmanıza rağmen, bulunduğunuz mahalle orta sınıf değil. Buna rağmen gençleri ve çocukları dahil edebilmeniz çok değerli.
KVT: Teşekkür ederim hocam. Bizim için yerelde güçlü işler yapabilmek çok önemli. Çünkü biz bu şehirde yaşıyoruz ve bu şehirdeki insanlar için bir şeyler üretmek istiyoruz. “Mutfak”, “Birlikte Yaşam Köşesi”nin bir parçası; mutfak, sanat merkezi ve sanatçı rezidansı yan yana. Artık mahalleyle aramızda gerçek bir güven ilişkisi oluştu. Sabahları yaşlı komşular eşyalarını getirip “Bunu burada bırakayım” diyor, bisikletini ya da çantasını teslim ediyor. Yanımızda mahallenin muhtarlığı var, insanlar sürekli uğruyor. Kırkayak bugün gerçekten yaşayan, nefes alan bir alan haline geldi.
* Bu söyleşi dizisi ERC Solroutes projesi tarafından desteklenmektedir.
**GAR Blog’ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği’nin görüşlerini yansıtmaz.
İlginizi çekebilecek bir diğer yazı >>>>> Sanat, Göç ve Dayanışma Köprüleri: Hubban Deneyimi





