…
Yolculuktan bu acı bilgiyi edindik biz!
Tekdüze, küçük dünya insanın aynasıdır,
Bugün, dün, yarın, ve hep yansıttığı yüzümüz
Sıkıntı çölündeki bir dehşet vahasıdır!
Gitmek mi? Gitmemek mi? Kalabiliyorsan kal;
Gitmen gerekirse git. Kimi koşar, kimi de,
Zaman denen düşmandan, pusudaki, ölümcül
Düşmanından sinerek çekilir köşesine.
…
Yolculuk – Charles Baudelaire
Kötülük Çiçekleri – Varlık Yayınları / Türkçesi: Erdoğan Alkan
Göç etmek; aidiyet, ‘ev’ kavramı ve kökenler üzerine yeniden düşünmemize yol açar. Göç üzerine yapılan araştırmalarda incelenen, bir yere ait olmama, sosyal aidiyet grubundan kopma ve yeni bir topluluğun parçası olma gibi sosyal, ekonomik ve psikolojik dönüşümler, insanın bu değişken deneyimini anlamamıza yardımcı olur. Günümüzde, bir yerden bir yere taşınmanın kolaylaşması ve ulusötesi bağların, sermaye ve insan hareketliliği ile hız kazanarak yeni bir boyuta ulaşması, göçmenler açısından aidiyet kavramını yeniden değerlendirmemize neden olmuştur. ‘Ev’ kavramı, sınırların sıkça ve kolaylıkla aşılması nedeniyle gri bir alana taşınmış ve bu kavramı derinlemesine anlamak için göçmenlerin sosyal çevrelerinin kapsamlı bir şekilde incelenmesi gerekmiştir. Öyle ki, göçmenlerin aidiyet duyguları ve kimlik inşa süreci, ‘Ben kimim?’ sorusunun ‘Ben neredeyim?’ sorusuyla birlikte düşünülmesini gerektirmektedir (Christou, 2006).
Birden fazla yere ait olma, çeşitlenmiş kültürel bağlar ve katmanlı sosyal aidiyet, göç çalışmalarında önemli bir boyut olup, yeni göç hareketlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilecek potansiyele sahiptir. Transnational Migrations (MITRA) Erasmus Mundus ortak yüksek lisans programı kapsamında, sosyal bilimci Asuncion Fresnoza-Flot danışmanlığındaki tez çalışmamda , bu bağları inceleyerek; Batı Avrupa’da doğup büyümüş ve köken aileleri Türkiye’nin kırsal bölgelerinden Fransa, Almanya ve Hollanda gibi ülkelere iş gücü göçüyle yerleşmiş, göçmen ailelerin yeni kuşak çocuklarının Türkiye’ye yerleşme süreçlerini inceledim.
Köken aile ve ‘geri dönüş’ gibi konuları tanımlamak başlı başına bir karmaşa yaratıyor, çünkü göçmen çocuğu olmak kişiyi doğrudan bir göçmen yapmasa da, göçmenlikle ilişkili birçok karakteristik özelliği beraberinde getirdiği kabul ediliyor. Göç edilen yer (bu örnekte Türkiye), ailelerinin köken ülkesi olması nedeniyle bazı kaynaklar bu süreci ‘geri dönüş göçü’ olarak ele alsa da, bu yeni kuşakların daha önce Türkiye’de yaşama deneyimleri olmadığı için ben bunu geri dönüş göçü olarak değerlendirmedim. Bu alandaki benzer literatürden yola çıkarak, süreci daha çok yeni bir yaşam tarzı deneyimi, kişisel arzularını keşfetme ve yaşam kalitesini artırma bağlamında ele aldım (Kılınç & King, 2017). Ailelerinin köken ülkesi olan Türkiye’nin tercih edilmesinin, ulusötesi bağlar, aidiyetler, ailelerin köken ülkedeki sosyal ve ekonomik yatırımları, ayrıca yaşadıkları ülkelerdeki sosyal çevrelerinden kaynaklanan hoşnutsuzluklarla ilişkili olabileceğini tartıştım.
Araştırmamda kalitatif yöntemle veri topladım. Fransa, Almanya ve Hollanda’dan Türkiye’ye yerleşmiş, 24-35 yașları arasında, Türkiye kökenli beș kadın ve üç erkek toplam sekiz kişiyle derinlemesine görüşmeler yaptım. Görüşmecilerin çoğu Fransa’nın Strazburg şehrinden Kayseri’ye yerleşmişti. Şubat 2024’te Kayseri’ye saha ziyareti yaparak katılımcıların sosyal çevrelerini, aile yaşamlarını ve kurdukları Gurbetçi İş Adamları Derneği’ni gözlemledim. Görüşmecilerimden biri, Türkiye’ye yerleşme sürecini sosyal medya hesabında içerik üreterek paylaşıyordu. Bir yıl boyunca bu hesabı takip ederek Türkiye’de kurduğu yaşamı yansıtma biçimini inceledim.
Avrupa’daki Türk göçü üzerine geniş bir literatür bulunmaktadır. Türk diasporası sosyal bilimciler tarafından, farklı dönemlerde, farklı sosyal arka planlarla incelenmiștir. Sosyal bilimlerin göçmenleri tanımlamak için kullandığı “Gurbetçi”, “Euro-Türkler”, “Avrupa Türkleri” ve bazen de “Almancı” gibi çeşitli terminolojiler, bu süreçte toplumdaki tartışmaların evrimini ve göçmen kimliklerinin farklılaşmasını yansıtmaktadır (Aksaz, 2015). ‘Gurbetçilik’ kavramı, bugün belli stereotipleri yansıtıyor ve olumsuz anlam taşıyor olsa da Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli bireyleri ve nesiller arası aidiyet dönüşümünü anlamak açısından önemli bir kavramdır. Nitekim araştırmanın konusu olan ikinci ve üçüncü nesil göçmenlerden bazıları da kendilerini ‘gurbetçi’ olarak tanımlamış ve bu adla bir dernek kurmuşlardır. Her ne kadar kendileri gurbetten gelmese de nesiller arası bir anlatının parçası oldukları ve bunu farklı bir biçimde yeniden benimsedikleri açıktır.
Gurbet sözcüğü, Türkçeye Arapça ghorba kelimesinden gelmiştir ve “yabancı yerde olma, ayrı ve uzak olmayı” ifade eder (Nişanyan Sözlük, t.y.). Elhajji ve Escudero’nun yorumladığı üzere, ghorba, göçmenlerin sadece fiziksel bir yerinden edilme değil, aynı zamanda varoluşsal bir kopuş yaşadıklarını ifade eder (ElHajji & Escudero, 2021). Sayad’ın ‘çifte yokluk’ (la double absence) kavramında da bahsettiği gibi, göçmenler, ne geldikleri yere ne de yerleştikleri yeni mekana tam anlamıyla ait hissetmezler. Ghorba, artık dönüşü mümkün olmayan, iyileşemez bir acıyı temsil eder. İkinci kuşak göçmenlerin gurbetçi kavramını sahiplenmesi, ailelerinden devraldıkları yurdundan uzak kalma ve ‘aidiyetsizlik’ (non-appartenance) hissinin devamını yansıtır. Nitekim, görüşme yaptığım kişilerin çoğu, kendilerini ne doğup büyüdükleri ülkeye ne de Türkiye’ye tam anlamıyla ait hissetmediklerini belirtmiştir. Ancak bu ‘aidiyetsizlik’ yalnızca yerinden edilmiş olmakla açıklanamaz. Bunun bir diğer sebebi, göç edilen ülkede maruz kalınan ‘tanıklık adaletsizliği’ (testimonial injustice)’dir.
‘Epistemik adaletsizlik’ (epistemic injustice), filozof Miranda Fricker tarafından geliştirilen bir kavram olup, bireylerin bilgi ve deneyimlerinin haksız şekilde göz ardı edilmesi veya değersizleştirilmesiyle ortaya çıkar (Fricker, 2007). Bu, belirli birey ya da grupların toplumdaki konumunu zayıflatır ve dezavantaj yaratır. Fricker, epistemik adaletsizliğin iki biçimini tanımlar: ‘tanıklık adaletsizliği’ (testimonial injustice) ve ‘hermenötik adaletsizlik’ (hermeneutical injustice). Tanıklık adaletsizliği, marjinalleşmiş bireylerin güvenilirliklerinin, sahip oldukları kimliklerinden dolayı zayıflatılmasıdır. Özellikle ırk, toplumsal cinsiyet veya göçmenlik statüsü gibi faktörler temelinde bu grupların toplumsal algıları olumsuz yönde şekillenir. Göçmenlerin maruz kaldıkları tanıklık adaletsizliği örneklerini incelemek, bu durumun onların hem karar alma süreçlerini nasıl etkilediğini hem de kültürel köklerini ve aidiyet duygularını nasıl şekillendirdiğini anlamamıza yardımcı olur. Özellikle yeni çevrelerine uyum sağlama ve ikili kimliklerini yönlendirme çabalarında bu zorluklar belirgin hale gelir.
Görüşmecilerimden Ahmet*, eşi Çiğdem ile evlendikten sonra onun ve ailesinin yaşadığı Strazburg şehrine taşınır. Hızla Fransızca öğrenir, Fransız kültürüne merak salar, ailesiyle Fransız restoranlarına gider ve Fransız ailelerle arkadaşlık kurar. Ahmet ayrıca bir bisiklet kulübüne katılır. Şu sözleri onun bisiklet tutkusunun temel motivasyonunu yansıtır: “Dünyayı bisiklet üstünde gezin, kimse size kötü gözle bakmaz.” Bisiklet üstünde kendini eşit hisseden Ahmet, bu sayede aidiyet duygusunu pekiştirir. Ancak zamanla yaşadığı bazı olaylar, Ahmet’in bu toplumsal çevreden soğumasına neden olur. Fransa’da bir vandalizm olayı yaşandıktan sonra, kulüp üyelerinden biri Ahmet’e, “Siz Müslümanlar neden böyle şeyler yapıyorsunuz?” diye sorar. Bu küçük gibi görünen olay, Ahmet’in kulüpteki güvenilirliğini ve toplumsal saygınlığını zedeler. Bu deneyim, Ahmet’in Fransa’daki sosyal çevresine karşı bir hoşnutsuzluk hissetmesine yol açar. Görüşmeciler bu gibi deneyimlerin, taşınma kararlarının temel motivasyonları olmadığını belirtmişlerdir. Ancak yıllar geçmesine rağmen, bu anılarını hoşnutsuzlukla aktarmaktadırlar.
Kadınlarda ise bu hoşnutsuzluk çift yönlü olarak hissedilmektedir. Bu durum, hem ev sahibi ülkede göçmen kimliğinden kaynaklanan sosyal statü kaybı ve çeşitli ayrımcılıkların, hem de ait oldukları göçmen topluluklarındaki kadınlara yönelik kısıtlayıcı ve otoriter tutumların bir sonucudur. Eğitim seviyeleri ilk jenerasyona göre daha yüksek olan kadınlar, yaşadıkları bölgelerdeki aile, yakınlar ve akrabaların uyguladığı sosyal baskılardan dolayı kısıtlanmış hissederler. Partner seçimlerinde de bu hoşnutsuzluğu yaşamaktadırlar; Avrupa Türklerini beğenmeyip Türkiye’deki erkekleri daha açık görüşlü bulduklarını ifade edenler bile olmuştur. Bu durum, Türkiye’den evlenen kadınların sayısının artmasına neden olmuştur.
Türkiye’ye yerleşme fikri, bu hoşnutsuzlukların çözümüne dair bir alternatif olarak görülmemiştir. Hatta birçok görüşmeci, Türkiye’de sosyal uyum zorlukları yaşadıklarından ve alışma sürecinde olduklarından bahsetmiştir. Bu zorluklar, bazen dil bariyerinden ve Türkçeyi akıcı konuşamama sorunundan, çoğu zaman ise Türkiye’deki gurbetçilere karşı beslenen önyargılardan kaynaklanmaktadır. Görüşmeciler kendilerini Türkiye’ye yerleşmiş ve Türkiye ile bağlantıları olan Avrupalı insanlar olarak görmektedir. “Bizi expat olarak düşünebilirsin” diyerek, Türkiye’de, kendilerinin yabancı yatırımcı olarak görülmesi gerektiğini vurgulayan aileler olmuştur. Bu durumda, Kayseri’de kurulan derneğin adı da aslında memleket özlemini yansıtmaktan ziyade, çok uluslu yatırım yapabilen grupların hem iş hem de sosyalleşme alanlarında bir araya gelerek ağ oluşturduğu bir yapıyı temsil etmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’ye yerleşme sürecinde bu çoklu aidiyet durumu, zaman zaman dezavantajlar oluşturmasına rağmen, göçmenler tarafından geliştirilen stratejilerle avantaja dönüştürülmüştür. Özellikle sonraki nesillerde çifte yokluk ve aidiyetsizlik, melankolik bir hissiyattan çok, yeni bir kimliğe evrilmiştir. Bu kimlik, göç kökenli yeni kuşaklarda iyileşmeyecek bir yaradan ziyade, kendine özgü bir varoluş biçimi olarak yeni hareket alanları açmıştır.
Avrupa’da tanıklık adaletsizliğiyle kaybedilen kredibilite, Türkiye’de Avrupa vatandaşı olmanın sağladığı avantajlar ve geniş iş yapabilme kapasitesi ile ekonomik ve sosyal bir üstünlük aracına dönüşmüştür. Göçmen olarak karşılaşılan zorluklar, Türkiye’deki sosyal ve ekonomik fırsatlarla dengelenmektedir. Kadınlar açısından bu karışık çifte sosyal hoşnutsuzluk durumu; tek başına ya da kendi seçtikleri partnerlerle yeni bir hayat kurma kararı almalarına, bu hoşnutsuzluğu bir çıkış kapısı olarak görmelerine yol açmıştır. Ayrıca, bu tek bir yere ait olmama durumu bireylere esneklik ve hareket özgürlüğü kazandırarak, farklı yaşam biçimlerini deneyimleme fırsatı sunmaktadır.
Bitirirken, göç kaynaklı kazanımlar ve kayıpların, göçmen olmanın doğal bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. İlk nesillerde aidiyetin ve kimliğin yeniden inşa süreci, gurbet kavramıyla tükenmez bir özlem olarak ifade edilirken, yeni nesillerde bu süreç daha değişken bir alanda gelişmektedir. Çoklu aidiyetin sunduğu imkanlar, göçmen çocukları için daha esnek bir kültürel ve sosyal varoluş anlamına gelmektedir.
* Görüşmecilerin anonimliğini sağlamak için isimler değiştirilmiştir.
Kaynakça
Aksaz, E. (2015). 1. De l’étude des “Gurbetçi” à l’étude des « Euro-Turcs »: Une vue d’ensemble du développement des travaux de recherche sur l’émigration turque vers l’Europe. İçinde L’émigration turque en France: 50 ans de travaux de recherche en France et en Turquie. OpenEdition Books.
Christou, A. (2006). Ideologies of self and geographies of identity. Içinde Narratives of place, culture and identity: Second-generation Greek-American’s return “home” (ss. 165-214). Amsterdam University Press.
ElHajji, M., & Escudero, C. (2021). Sentidos e expressões da noção de ghorba na obra de Abdelmalek Sayad. Içinde A contemporaneidade do pensamento de Abdelmalek Sayad (ss. 157-177). Pontifícia Universidade Católica De São Paulo.
Fricker, M. (2007). Epistemic injustice: Power and the ethics of knowing. Oxford University Press; WorldCat.
Kılınç, N., & King, R. (2017). The quest for a ‘better life’: Second-generation Turkish-Germans ‘return’ to ‘paradise’. Demographic Research, 36, 1491-1514. https://doi.org/10.4054/DemRes.2017.36.49
Nişanyan Sözlük. (t.y.). Nişanyan Sözlük Çağdaş Türkçenin Etimolojisi. Geliş tarihi 18 Ekim 2024, gönderen https://www.nisanyansozluk.com/kelime/gurbet
Günnur Danışman Transnational Migrations Erasmus Mundus yüksek lisans programı kapsamında Lille Üniversitesi (Fransa), Babeş-Bolyai Üniversitesi (Romanya) ve Federal Rio de Janeiro Üniversitesinde (Brezilya) sosyal bilimler alanında disiplinler arası eğitim almıştır. Lisans derecesini Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde tamamlamıştır. Başlıca ilgi alanları arasında nitelikli göç, göç kökenli ailelerde aidiyet duygusu ve toplumsal cinsiyet rolleri, ulusötesi bağlar ve kuşaklar arası aktarım bulunmaktadır.
**GAR Blog’ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği’nin görüşlerini yansıtmaz.