Jérémie Berlioux’nun 20 Temmuz 2020’de Libération’da yayımlanan “Afgan göçmenlerin Türkiye’nin doğusundaki trajik yolculuğu” isimli makalesinin GAR- Göç Araştırmaları Derneği yaz stajeri Micayit Karaca tarafından yapıldı.
Fransız gazeteci Jérémie Berlioux’nun “Afgan göçmenlerin Türkiye’nin doğusundaki trajik yolculuğu” isimli makalesi 20 Temmuz 2020’de Libération’da yayımlandı. Yazar bu makalede son dönemde Türkiye-Yunanistan sınırında mültecilerin yaşadığı dramın öne çıkması sebebiyle geri planda kalan ama daha az yakıcı olmayan hikayelerin yaşandığı Türkiye-İran sınırına odaklanıyor ve Avrupa’ya ulaşma amacıyla baskıcı Taliban rejiminden kaçan Afgan mültecilerin zorlu yolculuğunda Türkiye’nin oynadığı “çıkmaz” rolünü ortaya koyuyor. Aşağıda bulunan Türkçe çevirisi GAR Göç Araştırmaları Derneği yaz stajyeri Micayit Karaca tarafından yapılan yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Mohammed Mahdi Soltani’nin katkısıyla
Taliban’dan kaçıp, Avrupa’ya sığınmak amacıyla ülkelerini terk eden pek çok ailenin yolculuklarına, kaderlerini insan kaçakçılarının ve polisin insafına bırakan Kürt dağları tarafından sık sık ket vuruluyor.
Belleri ağır sırt çantalarının altında iki büklüm olmuş, derileri güneşten yanmış, dudakları ise susuzluktan çatlamış Nizamuddin ve Zabihullah’ın artık devam etmek için takati kalmamış. Türkiye’nin doğu sınırındaki Çaldıran bölgesi yakınlarında, yolun kenarında yavaşça ve güçlükle yürürken ümitsiz bir şekilde yolculuklarını kısaltacak bir araç arıyorlar. Nizamuddin anlatıyor: “İki gün ve iki geceden beri neredeyse ara vermeden yürüyoruz. İran’dan buraya gelebilmek için yedi veya sekiz dağı aştık”. Sonunda, karınları aç, ayakları şişmiş, kendileri ise her yerden geri çevrilmek ve yaklaşık 100 kilometre uzaklıktaki Van şehrine gitmek zorunda kalmaktan gücenmiş bir şekilde bir ağacın altında kendilerini toprağa bırakıyorlar.
Zabihulah devam ediyor: “Afganistan’ı sekiz ay önce terk ettim çünkü Taliban beni askere almak istiyordu. Onlar beni zor kullanarak almadan önce bunu yapmalıydım”. Afganistan’ın kuzeyinde bulunan, karısı ve küçük çocuklarının yaşadığı Cüzcan vilayetindeki günlük yaşantısı Afgan ayaklanmasının tehdidi ve savaşın 40 seneden fazla bir süredir devam ettiği ülkenin içine düştüğü ekonomik sefalet ile şekilleniyordu. Anlatmaya devam ediyor: “Önce çalışmak için İran’a gittim. Oradaki işim çok yorucuydu ve patronum ücretimi ödemiyordu”. Verdiği ağır emeğin izlerini ince yüzünde taşıyan genç adam buradaki yaşam koşullarından bezmiş bir şekilde şansını bir de Türkiye’de denemeye karar veriyor: “Bu benim ikinci girişimim. Geçen sene İran polisi beni yakaladı, dövdü ve soydu. Beni Afganistan’a geri gönderdiler. Bu kez biraz çalışmak için Türkiye’de kalacağım ve sonrasında Yunanistan’a gideceğim”.
Mezar taşları
Her sene Nizamuddin ve Zabihullah gibi on binlerce Afgan mülteci (aynı zamanda Pakistanlı ve Bangladeşli mülteciler) iş, daha istikrarlı bir hayat ve özellikle de güvenlik arayışıyla illegal olarak Türkiye’ye giriş yapıyor. Türk yetkililerin açıklamalarına göre 2019 yılında düzensiz durumda bulunan 201.437 Afgan yakalandı. Bu sayı önceki yılın iki, 2017 yılının ise dört katıydı. Bu kişilerin çoğu için Van bölgesi önce Anadolu’ya, sonrasında da Yunanistan’a giriş kapısını temsil ediyor.
Ege Denizinde yaşanan insani felaket büyük ölçüde belgelense de, aynı derecede insanlık dışı olmasına rağmen Türkiye ve İran sınırındaki Kürt dağlarında gerçekleşen trajedi pek gün yüzüne çıkmıyor. Buralarda düzenli olarak donmuş, yarısı vahşi hayvanlar tarafından yenmiş, falezlerin altında ezilmiş, kurşunlarla delik deşik edilmiş veya nehirlerin dibine batmış bedenler bulunuyor. Van Belediyesi’nin mezarlıklarından birinde yetkililerin kimliklerini tespit edemediği göçmen naaşlarına ayrılmış yüze yakın mezarı içeren bir bölüm yer alıyor. Mezar taşlarının üzerinde bazı sayılar, harfler ve bazen bir uyruk yazıyor. Bunlar ve DNA örnekleri dışında bir gün bu ölülerin kimliklerini tespit edebilmeyi sağlayacak bir unsur bulunmuyor. Bir kısmı kazılmış hâlde gelecek tabutları bekleyen geniş bir alan ise gelecekteki mezarlara ayrılmış bir şekilde bekliyor.
Pek çok mülteci için Van otobüs garı yolculuğun son durağını teşkil ediyor. Tüm bu aksilikler için bir çıkış yolu bulabilme ümidiyle telefonunu elinden düşürmeyen Nejibullah anlatıyor: “Bizi getirenler burada kendi halimize bıraktılar, nereye gideceğimizi de ne yapacağımızı da bilmiyoruz”. 34 yaşındaki Afgan mülteci üçü kendi çocuğu olan dokuz aile üyesiyle birlikte Afganistan’ın batısındaki Herat’ı terk etmiş. Dağlarda çok zor şartlarda geçen 12 günün ardından aile nihayet yerel haydutların ellerine düşecekleri ilk Türk köyüne ulaşmayı başarmışlar. Nejibullah, “bize saldırdılar ve eğer onlara para vermezsek organlarımızı almakla tehdit ettiler”. Eniştesi bacağında açılmış olan iki derin yarayı gösteriyor. Sonrasında yakınları serbest kalmaları için verilecek bir miktar para toplamayı başarıyorlar: Onları buraya getirenlere zaten verilmiş olan binlerce dolara ek olarak 13 bin Türk lirası (1.660 avro). Bu kişiler parayı almak ve onları beş parasız bırakmak için otobüs garına geliyorlar.
Çıkmaz
Polis düzenli olarak, yeni gelenleri tutuklamak ve kırsalda göçmenlere ayrılmış olan iki kamptan birine götürmek için gara geliyor. Burada yetkililer tarafından mültecilerin uluslararası korunma talepleri değerlendiriliyor. Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu üyesi avukat Mahmut Kaçan’a göre, “kâğıt üzerinde Türkiye’de göçmenlerin yönetimi konusunda uluslararası standartlar geçerli fakat problem görevlilerin insan hakları hassasiyetlerinin eksikliğinden kaynaklanıyor”. Ona göre bunun sonucu neredeyse sistematik bir sınır dışı etme politikası oluyor. Aileler genel olarak iltica hakkına erişebiliyorlarsa da yalnız gelenlerin neredeyse hiç şansı olmuyor; hatta taleplerini işleme bile aldıramıyorlar.
Kalma hakkını edinenler için de yaşam koşulları pek kolay olmuyor. 3.6 milyonu Suriyeli olan 4 milyon mülteciyi yönetmek durumunda olan hükümet, onlara İstanbul, Ankara ve İzmir gibi ülkenin batısında bulunan büyük şehirlere gitmeyi yasaklıyor. Oturma izni almak için bazen aylar gerekiyor. Çalışma izni almak ise neredeyse imkânsız oluyor. Bu bekleyişin içerisinde mülteciler düşük ücretli gece işlerine ve sağlıksız yaşam alanlarına mahkûm bir şekilde yaşamlarını sürdürüyor.
Afganistan’ın kuzeyindeki Tahar bölgesinden gelen Amiri ailesi Van’a 2018’de ulaştı. Kırklı yaşlarındaki baba Shah Vali anlatıyor: “Bir karakolda aşçıydım. Taliban beni ölümle tehdit etti. Ertesi gün her şeyi bırakıp ayrılmamız gerekti”. Türkiye’ye vardıklarında karısı yedi aylık hamileydi. Önce sokakta, sonra ise haftalarca hâlen yaşadıkları harap hâldeki evde kartonların üzerinde yattılar. Son çocukları prematüre gerçekleşen doğum sonucunda sağır ve kısmi felçli olarak dünyaya geldi: “Hastanenin bize söylediğine göre bir tedavi bulabilmek için kan analizleri yapmak gerekiyor; aksi takdirde hayatı boyunca böyle kalacak”. Ücret: 800 lira. Yalnızca yarısı sosyal güvenlik tarafından karşılanıyor. Anne Sabira “imkânımız yok” diyor. Farklı sıkıntılardan muzdarip yetişkinlerin de en basit sağlık imkânlarına erişimleri bulunmuyor. Tüm bunlara rağmen Shah Vali’nin mutlu bir mizacı var. Türkiye’de geçirdikleri iki yılın ardından sonunda bir iş bulmuş. Bir gece işi, şüphesiz… Bir yumurta fabrikasında çalışıyor. Maaş: 1200 lira. Dört kişilik bir hane için Ocak ayında açıklanan açlık sınırı ise 2.219 lira. Shah Vali devam ediyor: “Kendileri de mülteci olan komşularımızdan, genç Afganlardan para istemek durumundayız”. O ve ailesi için yolculuk artık sona ermiş durumda: “Yunanistan’a gitmek istiyorduk fakat yeterince paramız yok”.
Ekonomik açıdan pek hareketli olmayan uzak İran sınırı bölgesi mülteciler için bir çıkmaz sokak. O kadar ki, 2013 yılından beri, hiçbir Afgan mülteci bir üçüncü dünya ülkesinde yerleşim elde edemedi. Mahmut Kaçan altını çiziyor: “Göçmenler Avrupa’ya veya ülkenin batısına gidebilmeye dair yasal bir ümit olmaksızın sürekli daha fazla risk alıyor”. Askeri güvenliğin oldukça yüksek olduğu bu bölgeyi çevreleyen kontrol noktalarının etrafını dolaşma isteği sebebiyle Van gölünü –oldukça değişken tabiatlı bir dağ gölü– aşma girişimleri artıyor. Haziran sonunda onlarca kişiyi taşıyan bir gemi burada battı. Bu makalenin yazıldığı tarihte 60 kişinin cansız bedenine ulaşılmıştı. Görünüşe göre mülteci taşımacılığı yapanlardan biri basit bir balıkçıydı.
Cezasızlık iklimi
Bu trajedi karşısında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu harekete geçti ve söz konusu olguya karşı güçlendirilmiş araçlarla mücadele edileceğini duyurdu. Diğer yandan Mahmut Kaçan, duyurunun etkilerinden ve yetkililerin kayıtsızlığından bahsediyor: “Mülteci kaçakçılığı yapan biri ortalama ne kadar süre hapiste kalıyor? En fazla birkaç ay. Yetkililer PKK’ya bağlı kaçakçılık trafiğine odaklanmış durumda ve kalanını görmezden geliyorlar.” Mülteci kaçakçılığı yapan kişilerin ilanları ve iletişim kanalları sosyal medya ve özellikle de Instagram üzerinden kolaylıkla erişilebilir durumda. Bir cezasızlık ikliminde mülteci kaçakçılığı yapan kişiler sınır görevlilerine rüşvet veriyor ve bu görevlilerden de işledikleri kusurların hesabı sorulmuyor. Avukata göre “insan ticareti uyuşturucu ticaretine göre risksiz ve oldukça kârlı bir sektör”. Bu süreçte, dağları aşan mülteciler tüm bu şiddet karşısında kendi kaderlerine bırakılmış durumda bulunuyorlar. Afganistan’da yeniden yoğunlaşan savaşla birlikte mülteci akışı azalacağa benzemiyor. Afganlar, Avrupa Birliği Üye Ülkelerinin Dış Sınırlarının Yönetimi için Operasyonel İşbirliği Ajansı Frontex tarafından Ocak ve Mayıs ayları arasında Avrupa Birliği’nin güneydoğu sınırında ele geçirilen 11.500 göçmenin üçte birini oluşturuyor.